GüncelManşet

(İzlenim) Kobanê sınırında birkaç gün

Riha/Pirsûs: Kobanê Direnişi T. Kürdistanı’na geçişler öncesinde Kobanê’deki gelişmeleri, direnişi TV’dan öğreniyorduk.

YPG/J’nin ortaya koyduğu direniş konuşulmaya başlanmıştı, özellikle Şengal katliamı ile beraber dünyanın gözleri, katil IŞİD’in Ortadoğu’daki katliamları ile buralara dönmüştü.

Ancak 19 Eylül itibariyle bizimde gözümüz kulağımız sınırdaydı. TC geçişlere izin vermişti ve yüzlerce kişi geçmeye başlanıştı ve sınıra binlerce kişi akmaya başlamıştı.

 O dönemde sınıra Özgür Gelecek muhabirleri gitmiş, bizim bir gözümüz sınırdaki eylemlerde, direnişin, savaşın içinden haberler vermeye başlamıştı.

Sınıra binlerce insan yığılmasıyla jandarma saldırısı gerçekleştirmişti, Kürdistan coğrafyası geleneği sürmüştü ve yeni bir serhildana daha sahiplik ediyordu. Bu kez başka bir coşku vardı çünkü yıllar sonra ortaya konmuş bir zaferin meyveleri emperyalistler tarafından yenmek isterken, yeni bir direnişin odağı olmuştu.

Sınırın diğer yakasında elde silah savaşan YPG/J gerillaları, sınırın bu tarafında savaşçılarına her türlü destek için gelen binler, bir direniş ve tarih yazıyordu bu topraklarda.

Orada bulunmamak tarihi reddetmek değil miydi? Her şekilde orada olmak, içinde, bir parçası olarak yer almak, direnişin havasını solumak gerekir diye düşünüyordum ve sabırsızlıkla “atla sende git sınıra” demelerini, sıranın bana geldiği müjdesi verilemesi için bekliyordum.

İlk o çok sıcak günlerin ardından sıra bana gelmişti, haber gelmeden önce gitmenin yollarını aramaya başlamıştım, giden olursa gidecektim bir gün olsa bile. Duyar duymaz hızlıca hazırlık yapmaya başladım, birkaç kişiydik yola koyulduk. İçim coşku ve heyecan doluydu Kürdistan yolculuğu için.

Normalde Dersim’de savaşın bir çocuğu olarak büyüdüm, silah ve bomba seslerini bilirim aslında.

Bir de o dönemde de dağlarda savaşanlar olmasına rağmen, biz çok bilmezdik o çocuk aklımızla halk savaşçılarını, “Domane bır” derdik, içimizden biri olarak görürdük bir taraftan aslında ama şehirlerde TC’nin askerlerinin postal sesleri, faşizmin ayak izleri kalırdık evimizin içinde.

Yani Kürdistan’ı Dersim’den doğru bilirim aslında biraz. Ama Dersim daha farklı bir coğrafya, orada hissettiğin şeyi başka bir yerde hissedemezsin ama aynı şekilde diğer Kürdistan illerinde hissettiğin şeyi de Dersim’de hissedemezsin, böyle düşündüğüm için ve daha önce Amed’de bir iki defa etkinlik için gidip döndüğüm için bu gidişimi Kürdistan’a ilk yolculuğum olarak görüyordum. Elbette işin bir yanı da sıradan bir gidiş olmadığı bilincinin verdiği heyecan oluşturuyor.

Kobanê direnişi TC sınırında, bu yakasındaki serhildanları, direnişin bir kültür olduğu coğrafyaya gitmek heyecanlandırıyordu.

Diyorum kendi kendime ellerinde doçka, biksi ile kanlı katil çetenin havan toplarına ağır silahlarına karşı savaşan bu gerillalar tarihe altın harflerle direnişi yazıyor. Yol boyunca bunlar geçti aklımdan. Birde Kobanê’ye geçsek diye hayal kuruyorduk, yoldaşları, YPG/J’lileri görsek, öğrensek nasıl direndiklerini, kendi ağızlarından ifade etseler diye.

Eylemler biraz azalmış daha hareketsiz görünüyordu ve biz nasıl bir tablo ile karşılaşacağız bilmiyorduk, koşulların en kötüsüne hazırlamıştık kendimizi.

Sabahın erken saatlerinde, gün kararmamışken vardık Pirsûs’a.

Nöbetlerin tutulduğu en kabalık köylerden birine gitmek için biraz bekledik ve kitlenin beklediği bir köye yol almaya başladık.

Çöl ikliminde olduğu gibi havanın soğukluğu içimize işliyordu, gün ışıdıkça çöl sıcağı kavuruyorken, bomba sesleriyle yaşamına devam eden köyde, IŞİD saldırılarını en sınırdaki köyde olmasak da çıplak gözle görecek kadar yakındık artık.

Düşen bomba, atılan roket atarlar yaşamı yeniden tanımlamana neden oluyordu, ne kadar tanıdık olsan da bu duruma yeniden bir kez daha tanıklık ediyorsun.

Evinden barkından edilmiş ve yüzlerce kişinin kaldığı çadırlarda mülteci durumuna düşmüş bu insan manzaraları bir drama işaret ederken, yüreğinin bir parçasını orada savaşan kızlarına, oğullarına babalarına emanet etmiş, umudu gözlerine yansıyan başka bir manzara görüyorsun.

Bu düşündüklerimin sesi olmak ve hissetmek yaşanan ve duyulan yaşamı anlamak olsa da niyetin diğer gelenler gibi biraz yabancı hissediyorsun kendi. Ancak çok yakın hissediyorsun diğer taraftan kendini yüreğinin bir yarısını tel örgülerin diğer tarafına bırakmış olan direnişin insanlarına. Çünkü sende şimdi umudu senin için orada savaşan gerillalara bağlamış durumdasın.

Direniş seslerini bir süre sonra sende ayırt etmeyi, bölge halkıyla öğreniyorsun. Günlerce kalınca gelenlerle korkuların birleşiyor, aynı seslere irkiliyorsun, aynı sofrada otururken. Biraz garip gelir bunu bana, iyi bir şey midir, zorunluluk mudur ama soğuk havada ateş başında çayını yudumlarken savaşın çirkin sesini ve bunu sonlandırmak için direnişte olan savaşçılarının yorgunluğunu duyarken ve her seferinde irkilsen de alışıyorsun bir süre sonra bomba seslerine. Bir bomba atılıyor örneğin Türkü söylerken kesiliveriyor aniden, hemen sonra yutkunup devam ediyorsun yani bir şey olmamış gibi. Garip geliyor dedim bu ama bir taraftan kendine ve herkese yaşamı devam ettirme ısrarını gösteriyorsun. Bu ısrardır belki de Kobanê savaşçılarına asıl gücü veren, umudu zafer özlemiyle yükseltmiş bu isimsiz nice kahraman için.

Onların görebilecekleri bir yerde halaya durmak gibidir yaktığın ateşle yüreklerini ısıtmak, oğulları, kızları savaşanlara evlat olmak baba olmak, ana olmak çocuklara.

Böyle nöbet ve yemek organizasyonunu yapılırken, bir gün bir akşamın geç vaktinde TC’nin askerleri 90’lı yıllarına ait uygulamaları aratmayan bir durumu hatırlatıyor bize. Onlarca tank ve yüzlerce askeriyle 90’lı yılları aratmadı. “Bir gece ansızın gelen” TC kimseyi dinlemeyeceğini ve kimsenin onların muhatabı olmayacağı söyleyerek yarım saatlik süre verdiğini söyledi ve saldırıya başladı

İnsanlar köyün içlerine doğru çekilmeye başlamıştı, o sırada gaz bombaları ile göz gözü görmez oldu.

“Garip” bir durumdur askerler sokakta “Bu köyü yakacağız, temizleyeceğiz burayı sizden” diye kelimenin tam anlamıyla naralar atıyordu ancak nereyi, kimden, ne için temizlediğine akıl sır ermiyordu TC’nin yükselen naralarına, sonraki günlerde günlerce insanların espri konusu oldu TC askeri kitle içinde.

O gece ev sahipleri gazdan etkilenen bizleri evine alıyordu ancak bu naralar onları biraz tedirgin ediyordu. Jandarma yaklaştığında susmamızı isterken hem bir endişe duyuyorlardı ki bu endişe “böyle konuşuyorlarsa bunlar siz burada fark ederlerse yakacaklardır burayı” düşüncesinin ürünüydü. Korkuyorlardı çünkü 90’lı yılları aratmayan bu uygulamalar çok ani ve anlamsız geliyordu hepimize.

Yani kitle sadece bekleyiş halindeydi ne elinde silah vardı, ne taş ne başka bir şeye “zarar verme” yani o ünlü “kamu malına zarar” durumu bu ani baskın elbette biraz korku saçıyordu” kendi içinde.

Sığdığım evdeki manzara bana küçük olduğum o dönelmede tanklarla jandarmanı köye girişi ve bizim evin ışığını söndürerek korku içinde evde gitmelerini bekleyişimizi hatırlattı.

Yıllar sonra aynı duyguları devlet tanklarıyla postallarıyla yeniden hissettiriyordu. Ama o dönemden farklı olarak kararlı bir zaferin yazılmasına az kalmışken ve tarihe not düşmüş bir direniş sergileniyordu.

O direniş zaten direnişe yabancı olmayan hatta bir gelenek haline gelen bu topraklarda yansıması bulmuştu. O nedenle gece jandarma çıkınca talan ettiği nöbet yerleri gelen bir kısım kitle tarafından düzeltilmeye başlanmışken sabah saatlerinde kitle yeniden toplanarak kararlığını gösterdi.

Dürbünle direnişe davet

İlk günlere göre kitle daha az olsa da, nöbet eylemi ve destek için yapılan eylemler devam ediyordu. Gece nöbetler devam ederken, gündüzleri köyün camisinde Kobanê’de çatışmaları izlemek için elde dürbünle, dürbünlü direnişçiler ekibi oluşurdu. 1 km ötede savaşan oğulları, kızlarını merak eden, evde duramayan birçok insan dürbünlü direniş ekibine dâhil olur, tek tek atılan dokça silahına sevinirken “Bijî berxwedana YPG/J” diyerek sloganlarını direnişçilere duyurmaya çalışırlardı, “Gerilla mermisi boşa atmaz ondan tek tek atılanlar YPG/J’nin, ellerinde silahları bol olduğu için bir süre kesilmeden atılanlar IŞİD’in” yorumuyla,  ardı ardına atılanların IŞİD’e ait olduğu düşüncesiyle bir endişe belirirdi yüzlerde. Köyün tepelerinde bir çok küçük grupta bu dürbün ekibine dahil olurlardı, akşamları gördüklerini birleştirmek istercesine üzerine tartışmaya başlarlardı.

Özellikle orta yaşın birçoğunun geçekten zamanının büyük bir kısmı böyle geçiyordu, yemek yemek ve uyumak dışında.

Bulunduğumuz köy oldukça büyüktü, buraya gelip yerleşen Kobanêli sarışın mavi gözlü çocuklarımız oldu bu süreç içinde birde. Bir süre sonra bize alışınca bildikleri tüm marşları söylediler yanımıza kadar sokulup. Çadır kentte yaşayanlara göre daha özgür sayılırlardı bana kalırsa çünkü çadır kentlere yerleşen ve her biri en az 8 kardeş olan bu çocukların, dar mekândakilere göre oyun alanları daha genişti.

Yürekleri büyümüş, küçük “Hevaller”

Bu süreç içinde çadır kentlere de gittim, Kürtçeyi tam bilmediğimi için iletişim kurmakta zorlandım ancak bakışları, sarılışları belki de tedirginlikleri çok şey anlatıyordu. Her yetişkinin kurduğu “savaşın bitmesi ve kendi yaşadığımız yerlere geri dönmeyi istiyoruz” cümleleri bu çocuklar sessizlikleriyle anlatıyordu, çok daha etkili. Bir de çocukların her biri bize “Heval” diye sesleniyordu. Bu çok anlamlı, değerli geldi bana. Kendilerine yabancı görmedikleri, çocuk yüreklerinde büyüttükleri sevginin bir eseri olmalıydı. Elimizden tutup bizi çadırlarına götürüyor, anneleriyle fotoğraf çektirmek istiyorlardı. Elleriyle zafer işareti yapıp, “Bijî berxwedana YPG” diyerek sloganlar atarken, kendi kendime umudun, direnişi, cesaretin çocukları, geleceğin direnişleri, hayatı sınırın bu tarafında olan “taş atan çocukların” kardeşleri gibi erken öğrenmişler, haddinden fazla erken büyümüş bu çocuklar.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu