Makaleler

Boş kontenjanları nasıl okumak gerekiyor

2017 yılının üniversite sınavını ve ardından üniversiteye yerleştirme dönemini geride bıraktık. Ancak gerek sınav öncesi ve sonrası gerek öğrencilerin üniversite tercihi dönemi yaşananlar ve sonuçları, T.C.nin tüm sistemleri gibi eğitim sisteminin de çürük olduğunu ortaya koyuyor. 

Gerek 15 dakika kuralı, sınava bir kaç dakika geç kaldığı için alınmayan öğrenciler, sınava girerken üzerinde ilaç vs. geçirdi diye sınavı geçersiz sayılan öğrenciler, gerek tercih döneminde ÖSYM’nin hatası yüzünden binlerce öğrencinin yerinin değiştirilmesi, birçok öğrencinin puanı yerleşmeye yettiği halde, ÖSYM’nin hatası yüzünden yerleşememesi her zaman ki gibi bu senede sınavı ve üniversite yerleştirmelerini çok tartışılır hale getirdi. Bu sınav sisteminin, gençlerin nasıl geleceği ile oynadığını bir kez daha gözler önüne serdi. Hatayı yapanın ÖSYM olmasına rağmen cefayı çekenin öğrenciler olması, öğrencileri ve ailelerini öfkelendirdi. Sınav ve eğitim sistemi pratik ile gerçek mahiyetini ortaya koymuş oldu. Kuşkusuz tüm bunlarla birlikte eğitimin gün geçtikçe daha da ticarileşmesinin, imam hatipleştirme ve müfredatta ki son bilimsel kırıntıların da müfredattan çıkarılması ve bunların öğrenciler, eğitim sistemi üzerinde ki etkileri ve sınav somutunda ortaya çıkan durum üzerinden uzun uzun değerlendirmeler yapılabilir. Ancak bu sınav ve sonrasında tercih sonuçları hakkında en çok değerlendirmeyi hak eden ve üzerine en çok konuşulan konu tercih yapma oranında ki büyük düşüş ve boş kontenjanlar meselesi oldu. Kimi belirlemelere göre 2017 ÖSYM sonuçlarında öğrencilerin üniversite tercihi yapma oranı % 50 düşüş doğal olarak üniversite kontenjanlarında büyük boşluklar doğmasına etki etti. “214 bin boş kontenjan var, bunun ilk yerleştirmede daha da artacağı, 390 binleri bulacağı öngörülüyor. Eğer öyle olursa toplam 910 bin kontenjanın 3’te 1’den fazlası boş kalacak yani.” ( Cumhuriyet, Tayfun Atay, 11.08.2017) Peki, bu neden böyle oldu? Üzerinde bu kadar durulmasının, değerlendirmeyi hak etmesinin nedeni ne?

Hiç kuşkusuz, kimi ÖSYM yetkilileri ya da ‘uzmanlar’ bu sonuçları “sınavsız geçiş kalkmasının ilk yılı”, “Açık öğretim fakültelerine YGS yerine LYS ile öğrenci alınmaya başlanması” ya da bizzat MEB bakanı “bilinçli tercih” vs. nedenler ortaya dökerek gerçekleri çarpıtmaya çalışsa da esas nedenin neolibaral politikaların gerek halk gençliği, gerek eğitim üzerinde ki etkisi olduğu ortadadır. Neoliberal politikalar sonucu halkın günden güne daha fazla yoksullaşması, buna karşın eğitimin daha fazla libaralleşmesi, üniversitelerin iyice ticarethaneye dönmesi ve halk gençliğini üniversite mezuniyeti sonucu bekleyen işsizlik bu sonucu doğurmuştur.

Biraz daha açmak gerekirse 1 Eylül darbesinin ardından egemenler tarafından hız verilen ve AKP ile birlikte doruğa ulaşan neoliberal politikalarla birlikte sermaye için kar kapısı olarak tasarlanan üniversitelerde büyük artış yaşanmış ülkede, büyük şehirlerde özel, taşralarda ise devlet üniversitelerinin yapımına hız verilmiştir. Nitekim AKP’de bu durumu “üniversitesiz şehrimiz kalmadı” söylemleri ile bir seçim yatırımı, propagandası olarak kullandı/kullanıyor. Ancak bu üniversitelerin birer “tabela üniversitesi” olduğu ve diplomalı işsiz üretmekten başka bir işlevinin bulunmadığı. Cumhuriyet Gazetesinden bir köşe yazarının aktardığı şu örnekle daha iyi anlaşılır. “… Geçenlerde Türkiye’nin en önde gelen şirketlerin birinde çalışan bir dostum aktardı: ‘ Memlekette 114 devlet, 71 vakıf, toplam 185 üniversite olduğu halde, şirket üst yönetimi yeni eleman alımlarında yıllardır sadece 6 üniversitenin mezunlarının başvurularını değerlendiriyormuş. Bunlardan biri kamu biri vakıf olmak üzere ikisi Ankara’dan, iki vakıf, iki devlet olmak üzere dördü İstanbul…” ( Cumhuriyet, Tayfun Atay, 11.08.2017) Bu örnekten çok net bir şekilde görüleceği üzere sermaye şirketlerine yeni eleman alımı, büyük şehirlerde ki belli başlı bir kaç üniversitenin mezunlarından yapılıyor. Çünkü neoliberalizm ile birlikte ticarethane maksatlı açılan birçok yeni üniversitede ki eğitimin kalitesizliği ve yetersizliği, sermayeyi eleman alımı için büyük şehirlerde ki belli başlı bir düzen oturtmuş bir kaç üniversiteye yöneltmekte, “taşra üniversitelerinde” okuyan öğrencilerin önemli bir bölümünü ise gelecekte “diplomalı işsizlik” beklemektedir. Yani devletin o çok övündüğü “yeni üniversitelerinin” misyonu yine sermaye tarafından kullanılmak üzere kalifiye ucuz iş gücü kaynağı yaratmak oluyor. Belli başlı bir kaç üniversitede okuyan gençler dışında öğrenci gençliğin büyük kısmı kendi okuduğu bölümden iş bulamıyor. Sonuç olarak ya işsiz geziyor ya da sermaye için ucuz işgücü kaynağı oluyor. Bunun yanı sıra kendi okuduğu bölümden iş bulanlar ise çok ucuza çalıştırılıyor.

Görüleceği üzere emperyalist-kapitalist sistem kendine ucuz iş gücü yaratmak için gittiği “işsizleştirme” politikasından öğrenci gençlikte nasibini alıyor. Son üniversite sınavı ve tercih sonuçları bunu bir kez daha ortaya koydu. Nasıl ki bugün köylüler uygulanan neo-liberal politikalarla topraklarından sökülüp şehirlere göç ettirilip ucuz iş gücü haline getiriliyorsa, sürecin uygulanan şekli farklı olsa da öğrenci gençlikte hızla işsizleştiriliyor. Böylece sermayenin emrine sunulan ucuz iş gücü havuzu diplomalı öğrencilerle yani kalifiye işçilerle takviye ediliyor.

Nitekim artık bu durum daha fazla görüldüğü için öğrenciler ve aileleri sermayenin eleman aldığı “belli başlı üniversitelerde okumayacaksa hiç okumasın, Onun yerine direk bir işe girmek daha mantıklı.” düşüncesine sevk oluyorlar. Bu durum boş kontenjanların esas nedenidir. Çünkü gençler ve aileleri zaten iyice ticarileşen üniversitelere o kadar para döküp, sonuçta diplomalı işsizlik ya da düşük ücretli bir işçilik yerine, hiç üniversiteye para harcamadan, gencin direk işçiliğe başlamasını daha mantıklı buluyorlar. Çünkü onlarda gayet iyi görüyorlar ki okusalar da okumasalar da aynı şey. Yani işçilik. Eskiden kişisel ekonomik kurtuluş olarak görünen diploma, bugün aileler ve gençlerin önemli bir kısmı için hiç bir anlam ifade etmiyor.

Geleceği üzerine gençlik geleceksizlik ablukası altına alınmış durumda. Gençlerin önemli bir kısmı da bunu fark etmiş durumda. Ancak onlara bu geleceksizliği dayatanın sömürücü sistem olduğunu anlatmakta, halk gençliğini devrim yoluna sevk etmekte komünistlerin, devrimcilerin görevidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu