Makaleler

Tıpkı onlar gibi…

Zaman akıp gidiyor ve biz yine ona yetişme, hakkını verme telaşındayız. Durup baktığımızda ayların yılların ne kadar hızlı geçtiğini görüyoruz.

Emel ve Dilek yoldaşı güneşe uğurlayalı yıllar olmuş. Oysa ki onlarla tanışmamız, birlikte aynı yolları adımlamaya başlamamız dün gibi! Kırsaldaki ilk zamanlarımızı düşünüyorum. Birbirimize yakın zamanlarda gelmiştik. Kendimizi-mücadelemizi aslında orada tanımaya başlamıştık. Ve ne kadar şaşırıyorduk, çok şey bildiğimizi sanarken aslında bildiklerimizin çoğunun sistemin düşünüş tarzıyla işlenmiş, yüzeysel bilgiler olduğunu gördükçe. Kırsaldaki çelişkileri anlamaktan ne kadar uzaktık. Bu bilgisizlik, yüzeysellik bir taraftan normal iken diğer taraftan kendimizde gerçekleştirmemiz gereken değişimlerin ne kadar boyutlu olduğunu gösteriyordu. Zor bir alandaydık ve işimiz de zordu.

Kolay değil devrimcileşmek ve bunu sürekli olarak sıçramalarla ileriye taşımak. Her tarafımız emperyalizmin-kapitalizmin bataklığıyla çevriliyken, bizler yüzümüzü güzele, aydınlığa, yeşerene dönüyoruz ve yürümeye çalışıyoruz. Hele ki kadınlar açısından bu yürüyüş çok daha zor. Bizleri geriye doğru çeken o kadar çok şey var ki…

Yılların getirdiği alışkanlıkları, düşünme tarzını ve duyguların yaşanışını dahi değiştirmek gerekiyor çoğu zaman. Evet, “duyguların yaşanışı” dahi… Belki bu tümceyi okuyan bazı yoldaşlar şaşıracaktır. Ama hayır şaşıracak bir şey yok. Genel olarak çaresizlik öğretilmiştir kadınlara ve devrim saflarına geldiğimizde bunu attığımızı sanırız. Ama bir bakarız ki gelen eleştirileri anlamaya çalışmaktan ve kendimize bakmaktan ziyade “bana bu eleştiriler niye geliyor?” demiş ve gözyaşlarımız patır patır dökülmeye başlamıştır. Hemen kırılırız, hemen seviniriz, hemen öfkeleniriz. Yani düşünme tarzındaki idealizm kadar, alışkanlıkların o geri çekici yanları kadar, bize öğretilmiş olan duyguların yaşanışının, ön plana çıkarılışının o zayıflatıcı, çaresizleştirici yanlarını da görmek lazım kadınlarda. Ve işte tüm bu nedenlerden kendimizi tanıyabilmek, kendimize inanmak çoğu zaman büyük mücadeleler sonucu oluyor. Bu yüzden hiç de abartı değildir kadınların son yıllarda hızlanan yürüyüşünü övmek. Hiç de abartı değildir; Emel’in, Dilek’in, Mehtap’ın… Zincirlerini kırmasını; dönüp dönüp anlatmak.

Emel ve Dilek yoldaşları düşünüyorum. İki Dersimli olarak biraraya gelince yaptıkları sohbetler o kadar derinleşiyordu ki, ilk başlarda nöbetçiden uyarı aldıkları zamanlar çoktu. Yaşamlarını ortaklaştıran ne çok şey vardı. Katliamlara uğramış, baskının-zulmün eksik olmadığı bir coğrafyanın kadınlarıydılar. Baskının-zulmün olduğu yerlerde isyanlar da eksik olmaz. İsyanın çocukları doğar ve içlerinde aynı öfkeler, aynı sevinçler, aynı kederler birikir, birbirlerini hiç tanımazlar bile. Dersim, isyanların-isyancıların toprağı ve onlar da bu isyancıları-Partizanları tanıyarak büyümüşlerdi. Gecenin bir vakti evlerine gelen ve çocuklarla da özel olarak ilgilenen Partizanların isyankâr gözlerini, umutlarını nakış nakış işlemişlerdi yüreklerine… Yürüyecekleri yol belliydi artık…

Her ne kadar isyanların eksik olmadığı, birçok kadın direnişçinin yetiştiği topraklarda büyümüşseler de; feodal değer yargılarının, feodal kültürün etkilerini, cins baskısını ikisi de yaşamıştı. Dönem dönem ortak olan kederli bakışlarının nedeniydi belki de bu baskılar. Her ikisi de baskının nasıl isyankâr kişilikler çıkaracağına örnekti. Ve belki bunun etkisiyle çok sorgulayıcıydılar…

Emel ve Dilek yoldaşların birkaç yıllık süreçte kendilerini aşma konusunda aldıkları mesafe çok belirgindi. Zamanı yakalamak için koşar adım ilerliyorlardı. Ve bu hız ihtiyaçları gördükçe, anladıkça artıyordu. Sağlıkçı olan Emel yoldaş; zaman içerisinde birçok yoldaşımızı eğitmişti. Ve tüm birlikle yorulmadan ilgileniyordu. Çok uzun yürüyüşlerde, mola verdiğimizde kendisi dinlenmeden önce sağlık sorunları olan yoldaşlarla ilgileniyordu. Kime hangi ilaç verilmiş, ilacı ne zaman biter, eksik var mı? Zaman içerisinde ilk başlardaki acemiliğinden eser kalmazcasına ilerletmişti sağlıkçılığını! Bununla birlikte askeri olarak da hızlı ilerliyordu. En çok istediği ana birliğe öncü olabilmekti. Ki bilenler bilir, zordur, öncü olmak. Hele ki bir taraftan sağlık işleriyle de ilgileniliyorsa…

Şehit düştüğü yılın bahar faaliyetinde amacına ulaşmıştı; ana birliğin öncüsü olmuştu. Bizden ayrılan gerilla birliği tepeye tırmanırken en önde giden Emel yoldaş geriye dönüp son defa gülen gözleriyle bir selam vermişti hepimize. Son görüşümdü bu… Onun mutluluğu kaç gün boyunca geride kalanların sohbet konusu olmuştu.

Emel’in toprağa düştüğü çatışma, köyden çıkışta olmuştu. Pusuya düşmüşlerdi. Dolunayın etrafı gündüz gibi aydınlattığı bir gece olduğunu Aşkın anlatmıştı. Dilek’in de içinde bulunduğu diğer birlik silah seslerini duymuştu. Ne kadar zor geçer saatler böyle zamanlarda, o hep koşturan yelkovan sanki yerine mıhlanıverirdi. Ve kısa bir süre içinde Emel yoldaşın toprağa düştüğünü öğrenmişlerdi.  Diğer bir birlikte olan bizler, silah seslerini duyamayacak kadar uzakta, başka bir coğrafyadaydık. Emel yoldaşın güneşe doğru yol aldığını öğrendiğimizde kitle faaliyetinin verdiği coşkunluğu yaşıyorduk.

Yanıbaşındakileri birden bire-apansız güneşe uğurlamak kolay değil… Belki az önceye kadar birlikte ağız dolusu güldüğümüz, güldüğümüz kadar birlikte birbirimize sarılarak ağladığımız, aynı zamanda kendini tanımaya savaşında hemen yanı başımızda olan yokuşta terden sırılsıklam artık yürüyemem dediğin anda “hadi yoldaş” diyen yoldaşlarımızı birden bire kaybetmek, artık göremeyeceğini bilmek kolay değil. Ve mücadelede-politikada ustalaşırken, yürek kadar beyin de dinlenilmeye başlanmışken, aslında çok önemli bir eşik noktasını atlamışken yoldaşlarımızı kaybetmek…

Savaş, öyle acımasız ki acını bile zamanında yaşamana izin vermiyor… Gözyaşlarını içine akıtarak, dişlerini sıkarak yaşamak zorunda bırakıyor seni çoğu zaman. Ta ki ilk fırsatta, hiç sakınmadan gözyaşları dökülünceye kadar. Ve o yaz farklı birliklerin karşılaşması böyle bir ana tanık oldu. Murat, Bülent ve Emel yoldaşı kaybetmiştik. Aylar sonra ilk karşılaşma, içe dökülen yaşların dışa akıtılması, yoldaşlara sıkıca sarılma ve neyin-nasıl olduğunu anlatmakla geçmişti…

Dilek yoldaşın askeri olarak kendini aşma çabası o kadar boyutluydu ki… Girdiği çatışmalarda düşmanın eline hiçbir değerimizin geçmesine izin vermemişti. Askeri olarak gelişiyordu ve alt komutanlarımızdan biri olmuştu. İlk zamanlarda komutan olarak faaliyetlere gitmedeki çekingenliğini, önderliğin de etkisi ve kendisinin çabasıyla kısa bir süre içinde atmıştı.

1 Nisan günü Dilek yoldaşı uğurladık güneşe… Düşmana vurmaya hazırlanıyordu, isyancı yoldaşlarının yolundan yürüyerek!

Bir ana idi Ayfer yoldaş ve zincirlerini öyle koparıp atmıştı ki, sisteme tepkisi öyle büyüktü ki; halkımızın kurtuluş mücadelesine öyle inanmıştı ki; kendi çocuğu ve tüm çocuklar için yürüyüşünü daha da hızlandırmıştı.

Yine bahar mevsimindeyiz ve yoldaşlarımız yanı başımızdalar… Onlarla birlikte yaşıyoruz her şeyi ve biliyoruz bizden beklediklerini… Bu yüzden koşumuzda daha da hızlanmalıyız, zamanın hakkını vermeliyiz, tıpkı onlar gibi… (Bir Partizan)

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu