Güncel

Suriye Tezkeresi: Bir Taşla İki Kuş Mu?/Analiz

TBMM’nin yeni yasama yılının hemen başlangıcında önce Suriye’ye yönelik tezkere çıkarıldı, sonrada peş peşe yeni sendika yasa tasarısı ve PKK ile mücadele adı altında bildik “sınır ötesi operasyon” tezkeresi.  Türk egemen sınıfları ve onun meclisi ülke ve bölge halkına karşı mücadelede oldukça iştahlı olduğunu adeta teyit etti bu performansıyla.

Elbette meclisin henüz yasama yılına başlarken sergilediği bu performans önümüzdeki sürece dair genel panoramayı da az çok berraklaştırıyor. İçerde başta işçi sınıfı ve tüm halk kesimleri olmak üzere ezilen ulus Kürtlere ve ezilen mezhep Alevilere, dışarıda ise artık bir yanıyla “dış düşman” kategorisine giren Kürtlere ve tüm Ortadoğu halklarına karşı dozu sürekli artan bir saldırı ve savaş hali içinde eş güdümlü bir süreci örgütlüyor. Meclisin ilk elden çıkardığı ve çıkarmayı düşündüğü yasalar bu uyumun net bir kanıtı adeta.

Suriye sınırından Urfa’nın Akçakale ilçesine düşen top mermisi ve 5 kişinin hayatını kaybetmesinin arkasından Türkiye anında Suriye’ye karşılık verdi. Ancak uzun zamandır Suriye üzerinde yürüttüğü saldırgan tutumuna yeni bir boyut katma ve yeni bir denge oluşturma fırsatını da kaçırmadı. “Caydırıcı olsun diye çıkardık” şeklinde temellendirdikleri tezkereyi AKP ve MHP’li vekillerin oyuyla şipinişi meclisten geçirdiler.

Bu tezkerenin esas hedefinin Suriye Kürdistanı’ndaki Kürtlerin kazanımlarına yönelik mi yoksa Suriye rejimine yönelik bir savaşın adımlarından biri mi olduğu tartışılmaktadır. Bu sayfalarda devletin Suriye’ye yönelik politikasına dair yaklaşımları defaatle yazıldı. Kısaca Suriye’ye yönelik politik hesaplara bu bağlamda kısaca değinmekte fayda var.

Komşularla sıfır sorun mu dediniz?

TC bölgede uzun zamandır Batılı emperyalistlerin ve özelde ABD emperyalizminin politikalarının gerçekleşmesinde ciddi bir “model ülke” misyonuna soyundu. Bu role sıkı sıkıya sarılarak kendi yüksek çıkarlarını adeta buraya yatırdı. Bunun kazancını ne pahasına olursa olsun toplamada ise oldukça kararlı durmaktadır.

Uzun bir süre kanatları eksik bir melek görüntüsü içinde “komşularla sıfır sorun” adını koydukları ve her çelişki ve çatışma durumunda “ara bulucu” sıfatıyla pro-aktif bir dış politika izledi. Bu uğurda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ülke ülke gezdi, oradan oraya koşturdu. Bir dönem batı medyasında adı ABD’nin Ortadoğu elçisi olarak dahi anıldı. Türk gücü bu dönem “yumuşak güç” diye ifade edilen bir rol oynadı.

TC genel anlamda Suriye’yi kendini ispatın bir aracı olarak özel bir projeye çevirdi. Daha doğrusu Ortadoğu’nun şekillenmesinde Suriye Türkiye’ye özel bir ihale olarak sunuldu. “Arap baharı” patladığında Türkiye “sevgili kardeşi Başar Esad”ı ikna yoluyla rejimi ıslah etme uğraşındaydı. Zira Suriye, emperyalistler açısından bölgede kritik bir öneme sahiptir. Türkiye açısından ise bu dönemde daha özel bir önem kazanmıştır.

Zira Suriye politikasının başarı ya da başarısızlığı bölgede ne kadar söz sahibi olacağını ve emperyalistler adına ne kadar daha fazla iş tutabileceklerinin göstergesi olacaktı. Devletin derin dehlizlerinde Suriye’deki bir başarısızlığın Türkiye’ye Ortadoğu’da bir yüzyıl daha kaybettireceği tespitleri yapılıyordu. Yani Suriye ne pahasına olursa olsun istenilen düzeye getirilmeli ve Türk hamiliği hakim kılınmalıydı.

“Bu Kürtler de nereden çıktı?”

Türk gücü “Arap Baharı”na karşı Esad rejiminin direnmesiyle birlikte birden kılık değiştirdi. Artık Suriye projesinin argümanları, araçları ve yöntemleri bir öncekinin tersine döndü. İkna yöntemi kendini tüketti, bu toplumsal kalkışma sürecinde. Artık dişlerini gösteren, yumruğunu sallayan, tankını, topunu ve tüm savaş araçlarını açıktan gösteren bir sert güce evrildi “Türk gücü”.

Üstelik bu süreç sadece Esad’ın razı edilemeyip kaybedilmesiyle sonuçlanmadı, Türk egemenleri açısından; bir de Suriye’deki toplumsal çatışmanın yarattığı büyük boşluktan azami oranda faydalanarak kazanımlarını artıran bir Kürt tehlikesi de yarattı.

Kürtler bu bölgede var olan örgütlü güçleriyle oluşmuş iktidar boşluklarını hızla doldurup kısmi bir egemenlik alanı oluşturarak süreci ilerlettiler. Kürt halkının bu statü kazanma süreci devletin Suriye politikasına adeta yeni boyutlar kattı. Ve kuşkusuz hiç de hesapta olmayan karmaşık bir denklemle baş başa kaldılar.

Bugün devletin Suriye’ye yönelik saldırgan politikasının karakterinde Kürt düşmanlığı güçlü bir itim oluşturmaktadır. Azim, cesaret, iştah ve yer yer tek başına dahi Suriye’yi dize getirme “kararlılığı”na dair özgün yanların Kürtlerin buradaki kazanımlarıyla doğrudan ilgili olduğu çok açıktır. Suriye üzerindeki büyük hesabının ya da burada istediği biçimde sonuç elde etme aceleciliğinin özgün yanı bölgedeki Kürtlerin kazanımları ile ilintilidir.

ABD emperyalizminin basit bir “eldiveni” olduğu ABD Başkan Yardımcısı Biden tarafından ilan edilen Türk egemenlerinin Suriye politikasındaki kraldan çok kralcı tutumu yani ABD’yi onların çıkarlarını hatırlatarak acilen müdahaleye çağırması ya da en azından kendilerine güçlü bir şekilde arka çıkılarak desteklenmesi çağrıları uşağın efendisine yüksek hizmet ruhu ile açıklanamaz. Uşağın başka iç sorunlarının da olduğuna işarettir.

Yani devletin Suriye üzerindeki aceleciliği ve bu denli ön plana çıkan hevesini esas besleyen yön kuşkusuz derin ve köklü Kürt düşmanlığı ve Kürtlerin kazanımlarının yarattığı kaygıdır.

“Kürt belası” büyüyor!

Suriye tezkeresi elbette bu yönüyle Kürt kazanımlarını hedef almaktadır. Hatta bunun esas olması gerektiğinin altını çizen bir yaklaşım ve eğilim de vardır. Yani “Esat rejimiyle savaşmak için Kürtler gerekçe olmasın tam tersine Kürtlere saldırmak için Esat rejimi bahane olsun” diye açık ifadelerle bir tutum ortaya konmaktadır. Ancak Türk egemenlerinin Ortadoğu’daki büyük resim içinde ve kendi iç toplumsal gelişmesinin geldiği noktada bu politikayı tam anlamıyla benimseyip benimsemeyeceği henüz netleşmemiştir.

Suriye rejimiyle çatışmalarının geldiği boyut dönülmeyecek bir noktadır. Sürecin bu şekilde devam etmesi ise “Kürt belasının” daha da büyümesi demektir. Türk egemenleri açısından Suriye rejimi bu açıdan da ivedilikle yıkılması gerekmektedir, hepsi bu! Suriye rejimine karşı var olan düşmanlığı Kürtlerin kazanımları daha da büyütmektedir. Yani var olan saldırganlık politikasına Kürtlerin kazanımları bir nevi ivme katmaktadır.

Bu meseleyi ne “Kürtler bahane edilerek Suriye’ye saldırma” durumu olarak ne de “Suriye bahane edilerek Kürtlere saldırma” olarak açıklamak doğru olmaz. Kürt meselesi Suriye meselesine yeni boyutlar ve bir ivme katmaktadır. Aynı şekilde Suriye’deki toplumsal kargaşa Kürt meselesini devlet için bir kartopu gibi hızla büyüten bir noktaya taşımaktadır.

Suriye’ye yönelik olası bir müdahale ya da bir tampon bölge oluşumunun doğrudan Kürtleri kapsayacağı da açıktır. Zira Dêrik’ten Efrin’e kadar Türkiye, Arap ve Irak Kürdistan sınırlarının hepsi Kürtlerin silahlı gücü olan Halk Savunma Güçleri (YPG) tarafından korunuyor. Suriye Kürtlerinin hızla silahlı temelde örgütlendikleri kendi coğrafyalarının korunması ekseninde süreci ördükleri görülmektedir. Oluşan politik çatışmalardan faydalanarak önemli kazanımlar elde etmektedirler.

Suriye’ye Türk egemen sınıfları Kürt Ulusal Hareketi’yle bir uzlaşma sürecini örgütlemeden müdahil olduğu noktada kuşkusuz sadece Esat rejimiyle savaşmak zorunda kalmayacak aynı zamanda Kürt güçleriyle de doğrudan bir savaşa girmiş olacaktır.

Devletin bu noktada kendi Kürt meselesini nasıl hal yoluna koyacağı onun bölgesel hesapları ve stratejik yönelimi açısından da hayatidir. Ortadoğu’ya girme kararlılığı sergileyen Türk egemenlerinin kimleri karşısına alarak ve yönelerek bunu yapacağı, düşman yelpazesini ne kadar genişleteceği Kürt meselesine karşı alacağı tutumla da ilintili olacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu