Emek

Sözleşmeli sömürü modeline geçit yok!

Emperyalist politikalara paralel olarak tarımsal üretime ve bu bağlamda köylüye yönelen saldırılar giderek artıyor. Tarımsal üretimin kimi politikalarla sekteye uğraması ve her sene üretimin değişmeyen sonucu olan iflas, köylünün yoksullaşmasına ve mülksüzleşmesine neden oluyor.

Bu aynı zamanda son dönemlerde süreklilik kazanan göç olgusunun ekonomik ayağını oluşturuyor. Tarıma yönelik saldırılar açık biçimde sürerken devlet hala köylünün yanındaymış imajı çizmeye çalışıyor.

Saldırılar her şekilde açık iken, şimdi belediyeler propaganda tezgahına konulmuş durumda. Bu belediyelerden birisi de İzmir Büyükşehir Belediyesi’dir.

CHP’li İzmir Büyükşehir Belediyesi İzmir’deki üretici kooperatiflerinden alışveriş yaptığını, aracı kullanmadığını kamuoyuyla paylaşmak için İzmir’deki bazı otobüs duraklarını reklamlarla donattı.

Tanıtım ilanlarında elinde süt veya çiçek tutan bir çocuk reklama ilgi katarken, fotoğrafın altına ise kocaman puntolarla “Sözleşmeli üretim ile hem üretici hem İzmir kazanıyor” sloganı işlenmiş. Peki, gerçekten de sözleşmeli üretim ile hem üretici hem de İzmir mi kazanıyor?

Sözleşmeli üretim nedir?

Türkiye’de tarım politikalarının hedefinde iki dikkat çekici nokta bulunuyor. Küçük üreticinin tasfiyesi ve tarımsal üretimin kaydırılarak, tarım tekellerine kurban edilmesi. Buna örnek olarak şeker pancarı üretiminin Erzincan’dan Konya’ya kaydırılması verilebilir. Bu amaca uygun olarak sözleşmeli üretim modeli;  gerçekleştirilen sistematik saldırılardan birisidir.

Küçük üretici kooperatiflerinin iflasa sürüklendiği, Tarım Satış Kooperatifi Birlikleri’nin yok edilmeye çalışıldığı, köy tüzel kişiliğine ait otlak ve meralara rahatça el konulabilmesi, tarım arazilerinin rahatça talan edilebilmesi için Büyükşehir Yasası’nın bile değiştirildiği, şirket tarımcılığını geliştirmek için teşviklerin verildiği, hükümetin “okul sütü projesi” adıyla gıda şirketlerinden milyonlarca liralık süt alımı yaptığı ve uygulanan tarım politikaları ile küçük üreticinin yok edilmeye çalışıldığı bir ülkede afişteki cümleyi okuyanlar Sözleşmeli Üretim Modelinin ne olduğunu bilmeden iyi bir şeymiş gibi algılamaya başlıyor elbette.

Ancak sözleşmeli üretim modeli küçük üreticiyi tasfiye etmenin, şirket tarımını yaygınlaştırmanın bir aracı olarak geliştirilmeye çalışılmıştır.

İlk başlarda köylüye sözleşmeli üretim “cazip” gelmiş ve pazarlama sorunlarını çözdüklerini düşünmüşlerdir. Şirketler ise üreticiyle toplu pazarlık ve sözleşmeler yapma yerine pazarlık yapmadan sadece kendi koşullarını dayatarak tek tek sözleşme yapmayı yeğlemişler.

Üreticiyi kendi uzman elemanlarıyla denetlemişler ve başlangıçta belirsiz olan, birçok kez de ürünün tesliminden sonra belirlenecek olan  fiyatlar üzerinden ürünleri satın almışlardır. Neo-liberal tarım politikalarının temel taşlarından birisi olan bir modeli böyle oturtmaya çalışmışlardır. Üreticinin bağımlı hale getirilmesi süreci bu model ile şekillendirilmiştir.

Sözleşmeli üretimde tarihsel gerçek

Sözleşmeli üretim modeli elbette ki yeni bir üretim modeli değildir. Dünyada 1800’lü yılların sonlarından beri uygulanmaktadır. İlk defa Japonlar Taiwan’da şeker üretimi için kullanmıştır.

20. yüzyıl başlarında da Orta Amerika’da muz üretimi için kullanılmış bir yöntemdir. Türkiye’de de sözleşmeli üretimin ilk uygulamaları Tarımsal KİT’lerde (aynı İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı gibi bazı tarımsal üretimleri desteklemek için) yapılmıştır.

1965’te Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) tarafından hububat tohumluğu üretimi ve Türkiye Şeker Fabrikaları (TŞFAŞ) tarafından da şeker pancarı üretiminde başlatılmıştır.

Türkiye’de özel sektörün ilk sözleşmeli üretime geçişi ise 1970’li yıllarda salçalık domates üretimi ile başlamıştır.

Herhangi bir tarımsal ürün çeşidinin tümünün sözleşme ile üretilmesi ise 2002 yılında tütün üretimini yok etmek için çıkartılan “Tütün Yasası” ile olmuştur. Sözleşme ile şirketlere bağlanan köylü giderek sömürü çemberi içinde mülksüzleştirilmektedir.

Bu üretim modelinde temel hedef üreticiyi giderek alıcıya daha bağımlı hale getirmektir.

Bu model köylünün toprağını ve kendi tarımsal bilgeliğini kullanma konusundaki bütün tasarrufunu şirketlere geçirir. Üretici kendi toprağına ne ekeceğini, hangi tohumu kullanacağını, ne tür ilaçlar ve ne tür gübre kullanacağını belirleme vb. haklarını artık sözleşme yaptığı şirketlere devretmiş olur.

Şirketler artık sadece satın aldıkları ürünlerin tasarruf hakkını (bekletme, depolama, istediği pazara götürme vb.) değil, toprağın tasarruf hakkını da köylünün elinden almış olur.

Tek çare üretici köylünün örgütlenmesinde

Her ne şekilde olursa olsun devletin üreticiye yönelik yapmış olduğu tüm “iyi” propaganda, arka planında sömürüyü taşıyor. Sömürü düzeninin bir parçası olan devletin sömürdüğünü iyilikle “okşaması” aldatmadır.

Sözleşmeli üretim yalanının gerçeği tam da bahsettiğimiz gibidir. Bu topyekun saldırıya karşı üreticinin kendi ürününü örgütlü biçimde pazara sunması gerekiyor.

Bu anlamıyla köylülerin ortak örgütleyeceği komisyon veya kooperatifler anlam kazanmaktadır. Bu anlamıyla üretici köylünün örgütlenmesi bu örgütlülüğü üretime sevk etmesi gerekmektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu