GüncelMakaleler

ANALİZ | Mülteciler Yaşadığımız Yoksulluğun Sorumlusu Değil!

"Irkçılık, şovenizm eliyle iktidar, her gün biraz daha keskinleşen ve derinleşen çelişkilere müdahale ediyor, ezilenlere kendilerinden olan bir başka hedef göstererek onları birbirine düşürüyor. Sonra da kurtarıcı edasıyla sahaya çıkarak istikrarı sağlayan güç rolüne soyunuyor."

Göçmen ve mültecilere yönelik ırkçı saldırılarda özellikle de son dönemlerde ciddi bir artış yaşanıyor.

Birçok kentten her gün irili ufaklı ancak can alan ırkçı saldırı haberleri basına yansıyor. Kamuoyuna “Suriyeliler” olarak yansıtılan mağdurların çoğu zaman Afgan, Afrikalı, Filistinli veya başka ülkelerden Türkiye’ye gelen mülteciler olduğu biliniyor.

Göçmenlere yönelik saldırılar çoğunluklu “adli vaka”, “kişisel husumet” vb. denilerek yetkili makamlarca geçiştiriliyor, vakaların üstü örtülmeye veya gerçeklik çarpıtılmaya çalışıyor. Ne var ki yaşananların kendisi hiçbir soru işaretine mahal vermeyecek düzeyde açıkça ırkçı-milliyetçi saiklerle çok sayıda saldırı yaşandığını, bunların da bizzat devletin gözetimi ve oluruyla gerçekleştirildiğine işaret ediyor. Ocak’ın ilk haftasında kamuoyuna yansıyan birkaç vakaya bakalım:

Sözgelimi, İzmir Güzelbahçe’de 16 Kasım günü, 23 yaşındaki Mamoun al-Nabhan, 21 yaşındaki Ahmed Al-Ali ve 17 yaşındaki Muhammed el-Bish, bir saldırgan tarafından üzerlerine benzin dökülerek katledildi. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi tarafından kamuoyuna duyurulan olay, polis ve yetkililer tarafından bir ay boyunca saklandı. Olaydan birkaç gün sonra polis tarafından yakalanarak tutuklanan katil K.K. polise verdiği ifadede JİTEM görevlisi olduğunu söyledi.

Faşist saldırgan, 2000 yılında askerliğini yaparken komutanının kendisine artık JİTEM için çalışacağını söylediğini bunun ardında da Güneydoğu’da bazı operasyonlara katıldığını anlattı. Öldürdüğü 3 Suriyeli gençle bir dönem aynı işyerinde çalışan saldırgan fabrikada Suriyeliler geldikten sonra iş alamaz olduğunu iddia etti.

9 Ocak günü Esenyurt’un Bağlarçeşme Caddesi’nde yaklaşık yüz kişi, Suriyeli esnafa ait dükkânlara saldırdı, “Burası Türkiye, Suriye değil” sloganı attı. Konuyla ilgili İstanbul Valiliği’nden yapılan açıklamada, olayın göçmenler arasında yaşanan adli bir kavga olduğu duyuruldu.

Ne var ki bölge esnafı, yaşananların basına yansıtıldığı gibi olmadığını, mülteci ve göçmeler üzerinden büyük bir rant devşiren çetelerin, göçmenlere düzenli bir şekilde saldırdığını anlattı.

10 Ocak günü İstanbul Bayrampaşa’da ikamet eden Suriyeli mültecilerin evi yüzleri kapalı bir grup tarafından basıldı. Evin kapısını kırarak ellerinde sopa ve bıçaklarla içeri giren bir grup mültecilere saldırdı. 19 yaşındaki Nail Alnaif bıçaklanarak öldürüldü. Al Naif’in arkadaşlarının anlattığına göre, apartman girişindeki güvenlik kameralarını kıran grup, kendilerini polis olarak tanıttı. Hatta bazılarının üzerinde polis yeleği, ellerinde telsiz ve silah bulunuyordu.

8 Ocak Cumartesi günü Ankara Pursaklar’da yaşayan Afgan bir aile ırkçı saldırıya maruz kaldı. Pursaklar Saray Fatih Mahallesi’nde yaşayan Fatih Şahin ve kardeşi üst katlarında oturan Afganistanlı bir ailenin kapısına gidip göçmenlere silah çekti. Şahin’in kardeşi göçmenleri darp etti. Sokağa inen saldırganlar tesadüfen karşılaştıkları mülteci ailenin büyük oğluna ve iki arkadaşına da silah çekerek tehdit etti, saldırdı.

Kuşkusuz Suriyelilere ve diğer göçmen ve mültecilere yönelik saldırılara ilişkin başka onlarca-yüzlerce örnek verilebilir. Göçmenlerin statülerine dair hukuki belirsizlikleri, geri gönderilme korkuları, toplumdan dışlanmışlıkları vb. başka pek çok nedenden dolayı maruz kaldıkları saldırıların büyük bir kısmının adli mercilere taşımak istemedikleri de biliniyor. Bu gerçekle birlikte düşündüğümüzde göçmen ve mültecilere yönelik saldırı vakalarının çok ciddi boyutlarda olduğuna şüphe yok.

 Dayanışma ve mücadeleyi büyütelim!

Birkaçını sıraladığımız örneklere daha yakından baktığımızda; İzmir’de yaşanan katliamda saldırganın JİTEM geçmişi, Bayrampaşa’da saldırganların polis kıyafetiyle katliamı düzenlemeleri, Esenyurt’ta atılan ırkçı sloganlar, söz konusu saldırıları düzenleyenlerin, ideolojik politik-kültürel şekillenişleri hakkında yeterince ipucu veriyor.

Geçtiğimiz günlerde Ümit Özdağ’ın İzmir’de Suriyeli bir esnafa yönelik kameralar önündeki hakaretleri, Bolu Belediye başkanının Suriyelilere yönelik ırkçı demeçleri daha genel anlamda gerek iktidar gerekse de burjuva muhalefet cephesinden topluma zerke dilen ırkçı-şovenist histerinin söz konusu saldırılar için uygun bir iklim yarattığına şüphe yok.

Dahası Esenyurt’taki vakada karşımıza bir kez daha çıkan polisin ve yetkililerin gözetiminde göçmenlerin birçok hukuki ve ekonomik ihtiyaçları üzerinden nemalanan ve büyük bir rant devşiren faşist mafya örgütlenmeleridir. Suriyeli esnafları haraca bağlayan, göçmenlerin mevcut statülerini onlar üzerinde denetim kurma ve onları sömürmenin bir aracı olarak kullanan bu çetelerin kollukla eşgüdüm içinde olduğu aşikâr. Nitekim Esenyurt’ta saldırının karakolun 300 metre yakınında cereyan etmesine rağmen polisin olaydan çok sonra gelmesi de buna işaret ediyor.

Müesses nizamın iktidarı ve muhalefetiyle aldığı tutum, toplumun kılcal damarlarına sürekli bir biçimde ırkçı-şovenist histerinin şırıngalanmasını sağlıyor. Bunun sistemin genel politikası olduğu bir gerçek. Ne var ki son dönemlerde mülteci ve göçmenlere yönelik artış gösteren saldırganlığın iktidarın yaşadığı tıkanmışlık, ekonomik alanda yaşanan kriz gerçekliğiyle bir ilişkisi söz konusu.

Alım gücü her gün biraz daha düşen, yoksulluk, sefalet cenderesinde ayakta kalmaya çalışan geniş toplumsal kesimlerin büyük bir öfke biriktirdiğine şüphe yok. Açık ki AKP-MHP iktidarı da bunun farkında. Toplumun derinliklerinde biriken ve düzenin müsebbibi olduğu söz konusu tepkiyi yeniden düzenin derin dehlizlerine akıtmanın ve buradan doğru kendini yeniden örgütlemenin bir adımı olarak göçmen kartı devreye sokuluyor. Ya da başka bir deyişle ırkçılık ve milliyetçilik eliyle göçmenler hedef tahtasına konularak ezilen emekçi kitlelerin sisteme karşı biriktirdiği tepki akıtılmak isteniyor.

Sistemin içinde debelendiği kriz hali derinleştikçe, iktidarın bu vb. politikaları daha fazla devreye sokacağı açık. Göçmen ve mültecileri hedef alan tıpkı Ankara Altındağ’dakine benzer kitlesel saldırılar, katliamların örgütlenmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Türk, Kürt uluslarından ve çeşitli milliyet, inanç ve kimliklerden ezilenlerin bugün yaşadığı derin yoksulluk ve yoksunluğun sebebi olan AKP-MHP iktidarı, bir taraftan dünyaya insanlık dersi verirken diğer yandan göçmenleri iç siyasette birer politik malzeme olarak görüyor. Gerektiğinde birer oy deposu olarak kullanıyor, ihtiyaç duyulduğunda paramiliter örgütlerde istihdam ediyor, bunların hiçbiri olmadığında farklı sektörlerde güvencesiz, ucuzu iş gücü olarak emeğini sömürüyor. Veyahut mafya çete örgütlenmeleri eliyle toplumsal gerilimi arttırmanın böylelikle ezilenlerin bilincinde biriken öfkenin hedefi haline getirerek mevcut sömürü ve zulüm düzeninin üstüne kalın bir örtü çekiyor.

Irkçılık, şovenizm eliyle iktidar, her gün biraz daha keskinleşen ve derinleşen çelişkilere müdahale ediyor, ezilenlere kendilerinden olan bir başka hedef göstererek onları birbirine düşürüyor. Sonra da kurtarıcı edasıyla sahaya çıkarak istikrarı sağlayan güç rolüne soyunuyor.

Biliyoruz ki, bugün yaşadığımız sorunların nedeni göçmenler değildir. Bilakis göçmen ve mülteciler emperyalistlerin ve onların emirleri doğrultusunda hareket eden işbirlikçi uşak devletlerin politikaları sonucu yerlerinden, yurtlarında oldular.

Öyleyse ezilenler, yaşadıkları acıların gerçek sorumluları karşısında dayanışmayı ve mücadeleyi büyütmelidir!

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu