Güncel

Seyit Rıza idamdan önce Atatürk’le görüştü mü?

Başbakan Erdoğan, Mayıs ayında “Kürtaj cinayettir” ifadesiyle açtığı parantezi “İdamda hikmet vardır” paranteziyle kapattı. Parantezin içinde başta 68. gününe giren BDP-KCK’lıların açlık grevleri, Roboskililerin adalet beklentileri, Suriye sınırındakilerin güvenlik arayışı ve İstanbulluların kentsel talepleri gibi çeşitli toplumsal hallere yönelik duyarsızlık veya öfke var.

Bir de sadece mevcut hükümetin değil, 1995’ten itibaren tüm hükümetlerin, basının ve kamuoyunun adeta görmezden geldiği Cumartesi Anneleri’nin trajedisi var. 27 Mayıs 1995’ten beri, Türkiye tarihinin en zorlu ve en uzun soluklu sivil toplum direnişini yürüten Cumartesi Anneleri 2 Kasım 2012 Cumartesi günü saat 12.00’de İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda 400. kez bir araya gelecekler ve devletin güvenlik güçleri tarafından gözaltında kaybedilen evlatlarının, eşlerinin, kardeşlerinin, anne ve babalarının akıbetlerinin açıklanması, sorumluların yargılanması talebini bir kez daha haykıracaklar. Bu tarihi günde onları yalnız bırakmayalım. Sesimizi seslerine, gücümüzü güçlerine katalım. Belki bu sefer seslerini duyan olur.

Bu hafta 15 Kasım 1937’de Elazığ Buğday Meydanı’nda idam edilen Dersim’in lideri Seyit Rıza’nın idamdan önce Atatürk’le görüşüp görüşmediğinin cevabını arayacağım. Şimdi biraz geriye gidip Seyit Rıza’nın nasıl yakalandığını anımsayalım. Cumhuriyet’in Osmanlı’dan devraldığı köklü meselelerden biri olan ‘Dersim Müşkilesi’ni Ankara’nın nasıl ‘hallettiğini’ artık iyi biliyoruz: 1926’dan başlayan raporlama faaliyetlerini 1934 İskân Kanunu ve 1935 Tunceli Kanunu izlemiş; 1921’de Koçgiri Zaza İsyanı’nı kanlı biçimde bastıran Sakallı Nurettin Paşa’nın damadı General Alpdoğan’ın olağanüstü yetkilerle bölge valiliğine atanmasından sonra 1 Mayıs’ta Diyarbakır’dan kalkan üç uçak filosu bölgeye bombalar yağdırmaya başlamıştı. Bu uçaklardan birini Mustafa Kemal’in manevi kızı ve Türkiye’nin ‘ilk kadın pilotu’ Sabiha Gökçen kullanıyordu. Haziran-temmuz ayları boyunca köyler yakıldı, yıkıldı, kadınlar ve çocuklar dahil sayısız kişi makineli tüfeklerle tarandı. 

Seyit Rıza ile hükümet kuvvetleri arasındaki son temas 16-17 Ağustos gecesi Bahtiyar mıntıkasında yaşandı. Çatışma sırasında, Seyit Rıza’nın oğlu Şeyh Hasan, ikinci karısı Bese ve üç torunu öldürülmüş, Seyit Rıza kaçmayı başarmıştı. Seyit Rıza 26 Ağustos’ta Bahtiyar Aşireti Reisi Şahin’in kendi adamlarınca öldürüldüğünü duyunca muhtemelen yenilgiyi kabul etti ve 10 Eylül 1937’de Erzincan 5. Jandarma Bölük Komutanlığı’na bağlı bir karakola teslim oldu. 1918 yılında Osmanlı ordularıyla birlikte Rus ve Ermenilerden kurtardığı Erzincan’ın kendisini kurtaracağını ümit etmiş olmalıydı. 

Seyit Rıza’nın yakalanması üzerine Cumhurbaşkanı Atatürk, Başbakan İnönü, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve 3. Ordu Müfettişi Kazım Orbay, General Alpdoğan’a kutlama mesajları gönderdiler. Gazeteler olayı “Dersim’in en ileri ve son sergerdesi yakalandı” diye kamuoyuna müjdeledi. 

Mahkeme başlıyor
Seyit Rıza ve arkadaşlarının (toplam 58 kişi oldukları sanılıyor) duruşması 18 Ekim 1937’de Elazığ’da başladı. Ahmet Emin Yalman’ın Tan gazetesine göre, ilk günkü duruşmada Seyit Rıza ve adamlarının 20/21 Mart 1937 gecesi Kahmut Köprüsü’nü yaktıklarını iddia eden şahit ifadesine Seyit Rıza “Allaha, devlete karşı gelmek için kudurmuş muyum ben!?” diye haykırarak itiraz etmişti. Gazetenin 23 Ekim 1937 tarihli nüshasına göre ikinci duruşmada Seyit Rıza’nın torunu Zeynel, dedesinin 60 silahlı adamla birlikte olduğunu anlatmıştı. Bu tanıklık Seyit Rıza’yı şaşırtmış, durumu açıklamakta zorluk çekmişti. Ama diğer aşiret reisleri çözülerek bazı itiraflarda bulunmuşlardı. 2 Kasım tarihli Tan’da, 1 Kasım tarihli üçüncü duruşmada da benzer olayların yaşandığı ama zanlıların bütün suçlamaları reddettiği yazıyordu. Benzer durumlar diğer duruşmalarda da yaşanacaktı. 
16 Kasım 1937 tarihli Tan gazetesi ise acı sonu ilan ediyordu: “Tunceli hadisesine ait muhakeme hitam bulmuştur [bitmiştir]. Tunceli’de isyan eden 58 suçluya ait karar tefhim edilmiştir. Bu karara göre suçlulardan 11’i idama mahkûm olmuş fakat içlerinden dördü hakkında idam cezası yaşların geçkin olmalarından dolayı 30 sene ağır hapse tahvil edilmiştir. Diğer yedi idam mahkûmları şunlardır: Seyit Rıza ile oğlu Hüseyin ve Seyhanlı Aşireti reisi Hasso Seydi ve Yusufhanlı Aşiret reisi Kamer oğlu Fındık ve Demenanlı aşiret reisi Cebrail oğlu Hasan, Kureyşanlı Ulikeye oğlu Hasan ve Mirza Ali oğlu Alidir. İdam hükümleri bu sabah infaz edilmiştir. 14 suçlu hakkında beraat kararı verilmiştir. Diğer suçlular da muhtelif ağır cezalara mahkûm olmuşlardır.” 

Otomobil farları altında yargılama
Seyit Rıza ve arkadaşlarının yargılanması ve idamını o sırada Malatya Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil yürütmüştü. Çağlayangil’e göre mahkemeler bazen otomobil farlarının ışığında yapılmış, okuma-yazma ve Türkçe bilmeyen sanıklara ne iddianame, ne avukat verilmiş, asabilmek için en az 75 yaşında olan Seyit Rıza’nın yaşı 57’ye indirilmiş, oğlunun yaşı da 17’den 21’e çıkartılmış, Alpdoğan Paşa, idam kararının yazılacağı boş kâğıdı önceden imzalamıştı. İdamlar 14 Kasım’ı 15 Kasım’a bağlayan pazartesi günü, gece yarısı Elazığ’ın Buğday Meydanı’nda infaz edilmişti. 

İhsan Sabri Çağlayangil, idam anını ise şöyle anlatmıştı: “Kararlar okununca sanıklar ilk anda anlamadılar. ‘İdam tunne’ diye bir velvele koptu. Biz Seyit Rıza’yı aldık. Otomobilde benimle polis müdürü İbrahim’in arasına oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu. Seyit Rıza sehpaları görünce durumu anladı. -Asacaksınız; dedi ve bana döndü. ‘Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?’ Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk. ‘Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz’ dedi. Bu sırada Fındık Hafız asılırken görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafız’ın idamı bitti. Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Etrafta hiç kimse yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa bağırdı: ‘Evladı Kerbelayıh. Bihatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir’ dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap-rap yürüdü. Çingene’yi itti, ipi boynuna geçirdi, sandalyeye ayağı ile tekme vurdu ve kendini astı. Gömüleceği yer türbe olmasın diye cenazesi de yakıldı…” 

Çağlayangil, “Yakıldı” diyor ama yerel kaynaklara göre cenazeler ya Elazığ’ın merkez köylerinden Holfenk Köyü civarındaki Kireçocağı Mevkii’ne ya da Elazığ Tren İstasyonu civarına defnedilmişti. 

“Cumhurreisi Elaziz’de”
17 Kasım 1937 günü Atatürk, kısa süre önce İsmet Paşa’dan başbakanlığı devralmış olan Celal Bayar, 3. Ordu Müfettişi Kazım Orbay, General Alpdoğan ve diğer yüksek zevatla birlikte Diyarbakır’dan Elazığ’a doğru yola çıkmıştı. Yolda Murat Suyu üzerinde bir köprünün açılış törenine katılmışlardı. Atatürk köprünün eski adı olan Soyungeç’i beğenmemiş ve Singeç yapmıştı. Ardından heyet Pertek’e gitmiş, Atatürk (18 Kasım tarihli Tan gazetesinin ifadesine göre) “Minimini mektep çocuklarının önünde durarak bunlarla ayrı ayrı konuşmuş ve içlerinden bazılarının yüzünde sivrisinek ısırmasından hâsıl olan çıban hakkında kaza doktorundan izahat alarak bunun sebebi ve tedavisi üzerinde esaslı tetkikat yapılmasını” emretmişti. Pertek’ten ‘Coşkun uğurlama tezahürleri arasında ayrılan’ Atatürk ve yanındakiler saat 17’de Elaziz’e varmışlardı. 
Görüldüğü gibi bu hikâyede Seyit Rıza ve arkadaşlarının idamına dair tek bir kelime bile yoktu. İdamlardan sonra bölgede askeri harekât bir süre daha devam etmiş, kısa süreli bir sessizlikten sonra, 1 Haziran 1938’de II. Dersim Harekâtı başlamış, eylül ayının sonuna kadar Genelkurmay belgelerine göre, ‘haydut’, ‘eşkıya’, ‘şaki’, ‘dağlı’ diye nitelenen gruplar yine bu belgelerin diliyle imha edilmiş, temizlenmişti. 

“Ordu zehirli gaz kullandı”
İhsan Sabri Çağlayangil 1986 veya 1987 yılında, o günün yüksek bürokratı, bugünün CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na devletin “Dersim Müşkilesi’ni nasıl bitirdiğini şöyle açıklamıştı: “…Neticeyi söylüyorum. Bunlar kabul etmediler. Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi. Dersim böyle bitti…” 

İdamdan önce görüştüler mi?
Başlıktaki soruya dönelim: Seyit Rıza, idamlardan önce Atatürk’le görüşme fırsatı buldu mu? Bugüne dek, Atatürk’ün 12 Kasım 1937 günü Ankara’dan başladığı Doğu Gezisi’nin ilk durağının 13 Kasım’da Sivas olduğu, heyetin 14 Kasım’da Malatya’ya geçtiği, aynı gün saat 14.00’te şehirden ayrıldığı biliniyordu. Yerel Uluova gazetesinin 17 Kasım 1937 tarihli nüshasına göre “14 Kasım 1937 günü [Elazığ’ın merkezine yarım saat uzaklıktaki] Yolçatı’na gelen ve büyük bir törenle karşılanan Atatürk ile beraberindekiler o gün Elazığ’a geçmeden Diyarbakır’a” gitmişti. Heyet 15 Kasım günü öğleden sonra Maden’e akşam saatlerinde de Diyarbakır’a varmıştı. Burada iki gün kalan Atatürk 17 Kasım’da Elazığ’a gelmiş ve yukarıda Tan gazetesinden aktardığım programı gerçekleştirmişti. Yani Seyit Rıza ile hiç karşılaşmamıştı. 

Neden Malatya’dan Diyarbakır’a?
Heyetin, Malatya’dan sonra yol üzerindeki Elazığ yerine önce Diyarbakır’a gitmesi sonra ters bir şekilde Elazığ’a gelmesi garipti ama kimse bunun üzerinde durmamıştı. Aynı şekilde, saatte 30 km. gidebilen buharlı trenle 250 km’lik Malatya-Diyarbakır yolculuğunun en fazla 10 saatte yapılması mümkünken yolculuğun 30 saate yakın sürmesi, bu süre içinde heyetin herhangi bir yerde konaklamaması da garipti ama bu konunun da üzerinde durulmamıştı. Sonuç olarak devletin yarı resmi gazeteleri tarafından duyurulan zaman çizelgesi idamların Atatürk’ün gıyabında gerçekleştiği, hatta habersiz olduğu, eğer bilseydi duruma müdahale edeceği iddiasını/efsanesini desteklemişti. 
Halbuki, Kırmanciya Beleke Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Serhat Halis’e göre bu kronoloji doğru değildi. Çünkü eğer Atatürk’ü taşıyan tren 14 Kasım 1937 günü saat 14.00’de Malatya’dan ayrıldıysa ve Elazığ’a uğramadan yola devam ettiyse, tren yol üzerindeki Sivrice Gölü’nün (kısaca Gölcük) önünden o gün akşama doğru geçmeliydi. Oysa 16 Kasım 1937 tarihli Ulus gazetesinde şöyle yazıyordu: “Atatürk öğle yemeklerini (…) Gölcük’te yemişler ve trenlerinden inerek göl etrafında iki saat kadar devam eden tedkiklerde bulunmuşlar, alâkadarlara bazı emirler vermişlerdir.” Gazeteye göre Atatürk ve heyeti 15 Kasım’da Maden’den geçmiş ve o günün akşam saatlerinde Diyarbakır’a varmıştı. 

Nereye götürüldü?
Bu anlatımlar doğruysa 14 Kasım öğleden sonrası ile 15 Kasım sabahı arasında Atatürk ve arkadaşları neredeydi? Halis’e göre Atatürk o geceyi Elazığ’da Merkez İstasyonu’nda bekleyen treninde geçirmiş ve idam cezasının infazını bekleyen Seyit Rıza ile görüşmüştü. 
Bu gizli görüşmeye dair bir ipucu da İhsan Sabri Çağlayangil’in anlatımlarında vardı. Çağlayangil idam gecesini anlatırken “Seyit Rıza’yı aldık. Otomobilde benimle Polis Müdürü İbrahim’in arasına oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu…” demişti. Serhat Halis’e göre mahkeme binasıyla idamların gerçekleştirildiği Buğday Meydanı yan yanaydı. Bu yüzden Seyit Rıza’nın on adımlık mesafe için bir araca bindirilmesine gerek yoktu. Ayrıca Seyit Rıza elebaşı olarak ilk idam edilmesi gerekirken en son idam edilen kişiydi. İlk idamla son idam arasında yaklaşık bir saat vardı. Bu bir saatlik yolculuk muhtemelen Atatürk’ün kendisini beklediği istasyona yapılmıştı ve ziyaretin hüsranla bitmesinden sonra, büyük ihtimalle, Seyit Rıza idamından önce söylediği iddia edilen şu sözleri bu görüşmeden çıkarken sarf etmişti: “Ben sizin hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu, ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun!” 
Ne dersiniz, ilginç bir iddia değil mi? ‘ 

Özet Kaynakça: Jandarma Genel Komutanlığı Dersim Raporu, Kaynak Yayınları, 2000; Reşat Hallı, Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, Genel Kurmay Başkanlığı Harp Tarihi Başkanlığı Genelkurmay Basımevi, 1972; Ahmet Kahraman, Kürt İsyanları Tenkil Ve Tedip, Evrensel Yayınları, 2003; Mehmet Kalman, Belge ve Tanıklarıyla Dersim Direnişleri, Nujen Yayınları, 1995; İsmail Beşikçi, Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi, Belge Yayınları, 1990; İhsan Sabri Çağlayangil, Anılar, Güneş Yayınları, 1990; Serhat Halis, “Sey Rıza-3”,http://www.kirmanciye.org/beleke_sayi_4_hangi_sey_riza_3.htm

[email protected]

Ayşe Hür- 18 Kasım  RADİKAL

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu