Makaleler

Savrulun Türkler Geliyor!!!

Kemalist ideolojinin kurucusu ve onun yardakçıları, 1930’lu yıllarda, bu ideolojinin yaşaması için, katı milliyetçi anlayışlara başvurmuştur. “Türk Tarih Tezi” bu katı anlayışın bir parçasıdır. 1931’den 1939’a kadar liselerde okutulan “Türk Tarihinin Ana Hatları” kitabı, bu anlayıştan doğan bir kitaptır. Peki ne vardır bu kitapta? Değiştirilmek istenen bir halk, hangi safsatalarla manipüle ediliyordu?

Türk Tarih Tezi evvela siyasî gayeler içeren, katı milliyetçi bir unsurla ve romantizmin en uç noktasıyla ortaya atılmıştı.  Bu anlayışa göre Türkler, Orta Asya’dan gelen bir ırktı ve göçebeydiler. Tarihçiler medeniyetin başlangıç yeri olarak Yunanlıları gösteriyorlardı. Bu tez  sayesinde Yunanlıların, İtalyanların ve hatta Danimarka’ya kadar uzanan çok geniş bir coğrafyadaki bütün milletlerin Anadolu’dan göç yolları sayesinde bugünkü hallerini aldıklarını ileri sürebiliyoruz!!

Avrupa medeniyeti bu göç dalgaları sayesinde, Orta Asya’dan gelen Türkler tarafından oluşturuldukları için, Yunan bilim, sanat ve felsefesinin tamamının Anadolu’ya ait olması da şaşılmayacak bir unsur olarak karşımıza çıkıyor!!!

Bu teze göre M.Ö 3000 yılında Orta Asya’dan yurtlarını terk eden Türkler, Akdeniz havzasına gelip yerleşiyorlar. İşte buraya yerleşen Brakisefal’ler, Türklerin ilk atalarıdır. Etiler (Hititler) Anadolu’da yaşamış Yunan Medeniyetinden daha eski bir medeniyettir. Etrüsklerin de İtalya‘ya Anadolu’dan gitmiş oldukları kesindir. Orta Asya’dan yayılan göç dalgaları Avrupa’ya o denli yayılmış ki, cilalı taş, bakır, tunç ve demir çağının sanatlarını da beraberinde götürmüşlerdir. Bir Asya kavmi olan Keltler, göç yollarında önemli eserler bırakmışlardı. Bu eserlerin başka milletler tarafından benimsenmemesi için de, bıraktıkları eserlere muhakkak “Türk” kimliklerini de kazımışlardır.

Yoksa binlerce yıllık değişimden sonra, bugün bile bu eserleri Türklerin bıraktıklarını nereden bilecektik!! Ligürler, Kimriler ise Keltlerden önce Avrupa kıtasında Kırım ve Danimarka‘ya kadar gitmişlerdi. M.Ö. 2000 yılına kadar Avrupa’da bakır aletler dahi bulunamamışken, bu tarihte bronz aletler birden bire çoğaldığı kazılarda tespit edilmişti.Bu da Türklerin ne kadar ileri görüşlü ve bilimsel yanlarının ne derecede ileri olduğunun kanıtıdır.!!

Bronz madeninin kaynağı kalay madeni ise Asya’da bol miktarda bulunurken Avrupa’da sadece ince bir damar halinde Fransa‘da bulunmaktaydı. Bu da Fransızların talihsizliği olsa gerek, eğer Türkler oraya da el atsalardı, kim bilir bugün Fransızlar bile, belki de Türklerden çok daha ileride bir medeniyet olacaklardı.!! Böylelikler Türkler Anadolu’ya 1071 Malazgirt Savaşı ile değil, çok daha önceleri girmiş bulunuyorlardı,  tam 7000 yıl önce.

Kayıp Kıta Mu efsanesi de tam da bu zamanda ortaya atıldı ve Türkler, Amerika Kıtası’nı da keşfetmiş oldular. Bu nasıl bir göçtür, bu insanlar o çağlarda kaç milyar kişiydiler de, yeryüzünün her köşesine dağıla dağıla bitmediler!! Amerika’yı keşfeden Türk’lerin hikâyesi daha dramatiktir. Çünkü onlar çok meşakkatli yollardan oraya ulaşmışlardır. Asya’nın en doğu noktası, Amerika’nın ise en batı noktası olan Bering Boğazı henüz birbirinden ayrı değil iken, bir grup (anarşist olsa gerek) Türk, diğer ataları gibi Akdeniz havzasından dünyaya açılmak yerine, Bering Boğazı’ndan Amerika’yı keşfetmenin heyecanı ile yollarını ırkdaşlarından ayırdılar.

Türk tarihçileri tam da bu noktada, “dünyadaki bütün dillerin kökeninin Türk dilinin kökeni ile ortak olduğu” savını ortaya atarak, “Güneş Dil İdeolojisi”ni buldular. Tarihin ilk yıllarından itibaren hayatlarını bilime ve icatlara adayan bir millet için bu buluş, laf-ı güzaf denilebilecek bir şeydi. Bununla birlikte, bu buluş çok geniş yankılar uyandırdı ve hatta yakın tarihimizin en büyük kafatasçılarından birisi olan Nihal Atsız tarafından bile hayalci bir teori olarak adlandırıldı. Fakat Türk’leri tutana aşk olsun, bu yeni buluştan da, yeni cumhuriyetleri için, yeterince ekmek çıkacaktı.!!

Irkların üstündeki Türk ırkı, Bering Boğazı’ndan Amerika’ya giriş yaptıktan sonra, aşağılara kadar ilerlediler. Yerlerinde duramayan bu ırk, bu ilerleyişin sonunda tarihinin sayfalarına bir buluş daha eklemek amacındaydılar ve bunu da karşılarına çıkan büyük bir şelale ile başarmış oldular. Türkler o şelaleyi gördüklerinde, gürültüsünden ve büyüklüğünden dolayı o kadar dehşete kapılmışlardı ki, heyecanla “bu ne yaygara,” demiş oldular, tarihinin yazıcıları bu sözü bir kenara yazdılar ve şelaleye de bu adı verdiler, lakin zaman içerisinde değişim ve asimilasyona uğrayan dilleri sayesinde, “bu ne yaygara” şelalesi, yerini Niegara Şelalesi’ne bırakmış oldu. İşte orada kalan Türkler, günümüzde Kızılderili olarak adlandırdığımız halkı oluşturdu.!! Bu halkın içinden de asi bir grup çıktı ve daha aşağılara inmek istedi.

tarihps3Bir yerde karşılarına uzun bir nehir çıktı. Bu nehri takip edip, yatağında bir memleket kurmak istediler. Fakat nehir gittikçe uzuyordu ve sonu gelecek gibi değildi. Bu uzunluk karşısında da hayrete düşen Türkler, bu nehir için “amma uzun,” dediler. Aklınıza gelmiş olsa gerek, günümüzde bu nehrin adı da “amazon” olmuştur. Geriye kalan Türkler de buraya yerleşerek, Mayaları oluşturmuştur.

1930’lu yıllarda TC’nin Meksika Büyükelçisi Tahsin Mayatepek, burada Türklere ait kelimeler bulmuştur ve bu kelimeleri oranın halkı konuştuğu için de, Güneş Dil Teorisi’nin doğruluğunu kanıtlamıştır!! “Tepek,” sözcüğü Maya dilinde “tepe” anlamına geldiği için, soyadı kanununda kendisine, bulduğu ilk Türkçe kelime olan “Mayatepek”i almıştır.  

Nisan ayına yaklaştığımız şu günlerde, yukarıda okuduklarınızı 1 Nisan şakası zannedebilirsiniz, fakat bu yazdıklarım, içinde yaşadığımız ülkenin karanlık bir döneminin, yozlaşmış, halka zorla dikte edilen kafatasçı bir ideolojisidir. Bu ideoloji ile beslenen bir kuşak, öyle bir noktaya geldi ki, kendi ırkının dışında hiçbir ırkı benimsemez oldu. Çünkü her ırk, aslında kendi ırklarından kopan bir parçaydı ve Anadolu’da kalanlar ise saf kan Türklerdi.

Böylelikle 1955 yılına gelindiğinde, kendilerine Rum, diyen bir halka karşı 6-7 Eylül tarihlerinde bir saldırı başlatıldı. Bu saldırıda başta Rumlar olmak üzere birçok azınlık halk faşist saldırılar karşısında yurtlarından, işlerinden ve canlarından oldular. Doğuda Ermeni olduklarını iddia eden, kökenleri muhakkak Türk olan(!) bir başka halk ise, mübadeleye zorlandı ve göç yollarında paralarından, canlarından oldular, saf kan Türkler tarafından.

3000 yıldır Anadolu’dan Mezopotamya’ya uzanan bir coğrafyada yaşayan Kürtler için de bir şey düşünülmüştü elbet; 1980 yılında gerçekleştirilen faşist askeri ihtilal sonrasında çıkan bir kitapta, Kürtlerin dağlı Türkler olduğu iddia edildi. Bu iddiaya göre Kürtler, dağlık bölgelerde yaşıyorlardı ve sürekli karın kışın içindeydiler. Ayaklarını yere bastıklarında, incelmiş kar tabakasından  “kar-kurt,” diye ses çıkarıyorlardı. İşte bu sebepten onlara da Kürt denilmiş olunuyordu. 

Bilinen ilk insan, günümüzden 3,5 milyon yıl önce, Tanzanya’nın Serengeti düzlüklerindeki Olduvai Bölgesi’nde yaşamıştır. Günümüzde yapılan kazı çalışmalarının ardından bulunan en eski fosil, bu fosildir. Peki nasıl oldu da bu ilk insanlar Türk olmaya karar verdiler, Afrika’nın en uç burnundan, Orta Asya’nın derinliklerine göç etmeyi akıl ettiler.!! Soru işaretine bile gerek duyulmayacak şeylerdir bunlar.

İnsanlık belli bir tarihsel birikimle, sınıfsal anlayışla, çatışmalar halinde günümüze gelmiştir. Her faşist ideoloji ve o ideolojinin temsilcileri, siyasî çıkarları için belirli oyunlar oynamışlardır zaman içerisinde. Kendisinin Türk olup olmadığını bilmediğim ünlü yazar Bernard Shaw, bir sözünde şöyle der: “her üçkâğıtçının sığınacağı son kale milliyetçiliktir..”

T C(umhuriyeti)’nin yarattığı bir hayalci ideoloji uğruna kendi evlatlarımızın kanımızı döktük, köylerini yaktık, yerlerinden yurtlarından ettik, asimilasyona uğrattık; dillerini, kültürlerini, kimliklerini yok saydık.

Sonuç olarak T C(etveli) bile bir tahta olduğu halde, bir açıyı zorlanmadan çizebilecek bir yeteneğe sahiptir, eğer doğru kişi kullanırsa, T C(umhuriyeti) ise, bir tahta olmadığı halde, yanlış kişilerinde elinde olması sebebi ile, bir tahtadan değersizdir ve bir açıyı diğer açıyla karıştırıp, bütün sistemleri alt üst etme yeteneğine sahiptir… Bu sebeple, tercih hakkım olsa tahta olan TC’yi tercih ederdim, çünkü “yarınlar bizimdir” ve daha çizilmeyi ve değiştirilmeyi bekleyen çok fazla açı vardır bu ülkede..

Sözlerimi Sümerli şair Ludingirra’nın 3500 yıl önce kil tabletlere yazdığı yazı ile bitirmek istiyorum.

Bu yaşamöykümü daha çok gelecek kuşaklar için yazmaya başladım. Bizim ulusumuz, dilimiz, geleneklerimiz, sosyal yaşantımız, sanatımız unutuluyor artık. Bu güzel ülkemize her taraftan göz diktiler. Göklere uzanan basamaklı kulelerimizin, görkemli tapınaklarımızın, arı gibi işleyen çarşılarımızın, her tarafa ulaşan kervanlarımızın, dümdüz uzanan yollarımızın, bol ürün veren tarlalarımızın, nehirlerimizde ve açtığımız kanallarda salına salına yüzen teknelerimizin, dolup taşan iskelelerimizin, her tür bilgiyi veren okullarımızın ünü uzak ülkelere kadar yayıldığından; ilkel olan bu ülkelerin halkı kıskandı bizi. Fırsat buldukça üzerimize saldırdılar. Kentlerimizi yakıp yıktılar. Biz yaptık, onlar yıktılar; biz yaptık, onlar yaktılar. Halkımız, hatta krallarımız tutsak oldu. Ailelerimiz dağıldı. 

Tarlalarımızı, bahçelerimiz bakımsızlıktan kurudu; hayvanlarımız açlıktan öldü ve böylece kökü binlerce yıl önceye dayanan ulusumuz yoruldu, dayanamayacak hale geldi ve içimize yavaş yavaş sızıp bizi yiyen yabancıların kucağına bırakıverdi kendini. Onlar yönetiyor bizi şimdi. Topraklarımıza ilkel geldiler; sayemizde uygar olmaya başladılar. Ne yazıdan, ne tarımdan, ne sanattan, ne dinden, ne okuldan, ne attan, ne arabadan, ne aydan, ne yıldan haberleri vardı. Hepsini bizden öğrendiler. Sonra da ‘biz yaptık, biz bulduk’ diye övünmeye başladılar. Hep korkuyorum, bir gün gelecek, adımız da uygarlığımız da unutulacak. Biz ne yaptık, ne başardıysak hepsini onlar üstlenecek.” 

 

Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi’ne göre Sümerliler muhakkak Türk olmalılar; ama, biz biliyoruz ki Sümer halkı Türk değildir, öyleyse Ludingirra’nın yukarıda anlattığı bu zulmü kendilerine reva görenler, acaba Türkler olmasın. Çünkü tam da yukarıda anlatıldığı gibi bir sistemli bir biçimde Türklük egemenliğini kurar ve hüküm sürmeye başlar!!!  Halbuki adından başka tarihe kazandırdığı hiçbir şey yoktur…

(Bir okur)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu