GüncelManşet

Reina, ihbarcılık ve linç kültürü “ışığında” OHAL’de 3. dönem geldi

15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL’in 3. kez uzatılmasına ilişkin Başbakanlık Tezkeresi, 4 Ocak gecesi TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi; OHAL 19 Ocak Perşembe günü itibariyle 3 ay daha uzatılacak.

20 Temmuz 2016 tarihinde Gülen Cemaati’nden temizlenme adı altında başlatılan OHAL’in asıl hedefinin ezilenler ve ezilenlerin mücadele hattı olduğu kısa sürede açığa çıkmıştı. OHAL’in ilk dönemlerinde Cemaat’e yönelen; “FETÖ operasyonları” ile devletin pek çok kurumundan Gülen Cemaati’ni temizlemek adına ihraç, gözaltı ve tutuklama dalgası yaratan AKP, Cemaat ile klik dalaşında galibiyeti elde ederken bu süreçte ezilen her kesime yönelik saldırılarının yoğunlaşacağının sinyallerini vermeye başlamıştı. İşçi ve emekçilere getirilen grev yasağı, muhalif kesimlerin “FETÖ operasyonu” adı altında işlerinden ihraç edilmesi, özgür basına yönelik ilk kapatma saldırısının Özgür Gündem’in kapatılması ile bu süreçte gerçekleşmesi ve DBP’li belediyelere kayyum atanmaya başlanması, OHAL’in esas hedefinin hangi kesimler olduğunun göstergesi olmuştur.

Nitekim OHAL’in ilk uzatmasının startının verildiği 19 Ekim 2016 tarihinin ardından, muhalif her kesime yönelik saldırılar daha da yoğunlaştı. TV, ajans ve radyolara getirilen kapatma kararları, HDP’li milletvekilleri ve eş genel başkanlarının tutuklanması, derneklerin mühürlenmesi, DBP’li belediyelere kayyum atamalarının devam etmesi ve daha pek çok saldırı ile birlikte ezilenlerin sesi ve mücadelesi engellenmeye ve bastırılmaya çalışıldı. Toplumsal kutuplaşmayı 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından birincil hedef olarak önüne koyan AKP, nefret kültürünü besleyen, TC’nin tek din-dil-ulus yapısını koruma altına alan politikalarıyla öne çıkmaya devam etti.

Nihai amaç: “Başkanlık sistemi!”

4 Ocak gecesi TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen OHAL’in üçüncü kez uzatılmasına dair Başbakanlık Tezkeresi de TC’nin yapısını korumaya dönük olduğu kadar Başkanlık Sistemi’ne geçişin de önünü açma amaçlıdır. Zaten demokrasinin esamesinin dahi okunmadığı, var olan yasalar çiğnenerek  “ileri demokrasi” adı altında faşizmin en ağır koşulları yaşatılmaktadır. OHAL ile yönetememe krizi aşılmaya çalışılmakta, “Başkanlık Sistemi” ise yönetememe krizini aşmanın nihai amacı olarak önlerinde durmaktadır. Olası bir referanduma değin OHAL’in devam edeceğini öngörmek de zor değildir. “Başkanlık Sistemi”ne giden yolda TC’nin tek din-dil-ulus ve erkek kimliğinin korunması başat rol oynuyor.

Bu başat rol, yeni yıla girdiğimiz ilk anlar itibariyle yaşanan Reina saldırısı ile bir kez daha açığa çıktı. İslam, Türkçe ve Türk kimliğinin egemen anlayışı oluşturduğu TC’de, farklı kültürlerin var olmasına olan tahammülsüzlük Diyanet İşleri Bakanlığı tarafından yeni yıl kutlamaları için “gayrimeşru davranışlar” açıklamasıyla kendini ortaya koyarken camilerdeki hutbeler de bundan bağımsız olmadı. Toplumun yaşam biçimine direkt müdahalede bulunan ve hedef gösteren Diyanet İşleri Bakanlığı’nın açıklamalarının toplumsal kutuplaşmadaki etkisi Reina saldırısının ardından yapılan onaylayıcı yorumlarla can buldu. Eylem ve mitingleri bombalı saldırı tehditleri ile engellemeye çalışan, kendisine yönelik muhalif her kesimi sindirmek isteyen AKP, Reina saldırısı ile ise artık sadece muhalif kesimler değil; kendi yaşam biçimine uyum sağlamayanların da tehdit altında olacağının işaretini vermiştir.

Eylem ve mitinglere yönelik bombalı saldırı tehditlerinden toplumsal yaşam alanlarına inen bombalı saldırılar, korku imparatorluğunu büyütmenin bir adımı olarak gerçekleştirilirken saldırının diğer yanını ise TC’nin Suriye politikasının altını doldurma çabası oluşturmaktadır. Saldırıyı yapan kişinin DAİŞ çetesine mensup olması, 17 bin polisin 31 Aralık akşamı görev aldığı İstanbul’da elini kolunu sallayarak 39 kişi öldürmesi devletin yaratmak istediği korku imparatorluğunun inşasında önemli rol oynarken diğer yandan DAİŞ çeteleriyle mücadele adı altında Suriye Kürdistanı’na yönelik politikaların da meşru zemine oturtulmasına uğraşılmaktadır. TC, bu saldırının ardından Suriye’deki varlığını, tıpkı Antep Katliamı’nın ardından Cerablus’a girmesi gibi meşrulaştırırken esas hedef besleyip büyüttüğü DAİŞ çeteleri elbette ki değildir. Esas hedef bölgedeki PYD güçleri ve Rojava’dır.

 

Linç ve ihbarcılık kültürü büyütülüyor

Diğer yandan OHAL’in uzatıldığının ilan edildiği bugünlerde Barbaros Şansal’ın sosyal medya paylaşımı nedeniyle linç edilmesi ve tutuklanması, LGBTİ aktivisti Uğur Büber’in aynı sebeple tutuklanması, Halkevi üyelerinin bir kahvehanede ajitasyon çalışmaları sırasında görüntülerinin alınarak ihbar edilmesi ve tutuklanması önümüzdeki süreçte ihbarcılık ve linç kültürünün daha planlı kullanılacağını göstermektedir. Halkevi üyelerinin görüntülerinin kolluk kuvvetlerine sunulmasının ardından İçişleri Bakanlığı tarafından sunulan teşekkür mesajı bunun en önemli verilerindendir. İhbarcılık ve linç kültürü ile toplumsal kutuplaşmayı bir üst raddeye vardıracak olan AKP’nin üçüncü OHAL döneminde bu politikayı doğrudan devreye sokacağı açıktır.

Ezilenlerin ortak mücadele hattını yok etmeyi kafasına koyan AKP’nin bu amaçla ortaya koyduğu her politikaya karşı dayanışmayı yükseltmek ve birleşik mücadele hattını büyütmek elzemdir. OHAL ile saldırılarını yasallaştıranlara karşı ortak duruşu benimsemek, toplumsal kutuplaşmayla ezilenlerin mücadelesini engellemeye çalışanlara cevap olacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu