GüncelMakaleler

MAKALE | Faşizm Kutlu Olmasın!

Çeşitli ulus, milliyet, inanç ve cinsel kimliklere, doğaya ve canlılara düşmanlık üzerine bir yüzyıl geçiren cumhuriyet yeni bir yüzyılına adım atsa da Ortaçağ karanlığının en gerici, en barbar, en şoven, en ırkçı devleti olmaktan kurtulabilir mi?

Açlığın, sömürünün, zulmün, cehaletin halkları tutsak aldığı, adaletin ve hukukun ayaklar altına alınıp çiğnendiği bir ülkede, zalimlerin mazlum, diktatörlerin demokrat, faşizmin cumhuriyet olarak tanıtılmaya çalışıldığı bir yüz yılın bitimine tanık olduk.

Yüzüncü yıl kutlamalarında her şey ters yüz edilmeye çalışıldı. Burjuva TV kanalları, sunucular, gazeteciler, sanatçılar, politikacılar, Kemalist aydınlar hep bir ağızdan coşku ve heyecanla faşizmin cumhuriyetinin 100. yılını kutladılar. Ona övgüler ve methiyeler dizmek için yarışa girdiler. Ermeni-Rum-Süryani soykırım gerçekliğini, her gün ve her an yaşanan açlık ve yoksulluğu, zulüm ve barbarlığı gizlemek için binbir yalan söylediler.

M.Kemal gibi soykırımcı bir diktatörü cumhuriyetin kurucusu, “aydınlık Türkiye”nin yaratıcısı, Türk milletinin kurtarıcısı göstermek için gerçekliği ters yüz ettiler. Her türlü hafıza katilliğini gösterdiler. Abartılı bir görsellikle ve kaba bir makyajla 20. yüzyılın diktatörünü kutsadılar. Türkiye ve dünya halklarını aldatmak için ellerinden geleni yaptılar. Tarihsel gerçeği ve adaleti katletmekten çekinmediler.

Bir kutlama vesilesiyle bir kez daha beyinler, algılar, duygular tutsak alınmaya çalışıldı. Kemalizm virüsü halkların beynine şırınga edilmeye çalışıldı. Irkçılık ilericilik, diktatörlük demokratlık olarak gösterilmeye çalışıldı. Hitlere örnek olmuş bir soykırımcı ve gözü dönmüş katil, “milletin kurtarıcısı” olarak gösterilmeye çalışıldı.

Acıdır ki bu tarihsel ve kültürel algısal saldırı operasyonuna TKP-TİP gibi sosyal-şoven, reformist partiler, kendilerine solcu diye aydınlar da katıldı. 100. yıldönümünde iktidarda olan ve özünde sınıfsal olarak Kemalist cumhuriyetle hiçbir sorunu olmayan İslamcı AKP nedeniyle, bu çevrelerin kutlamalarında ön plana çıkan “laiklik”, “saltanat” gibi kavramlar oldu. Cumhuriyet kutlamalarının sönüklüğünden, R.T.Erdoğan’ın İstanbul Boğazı’nda hangi köşkte selamladığına ve AKP’nin saltanatı getireceği, laikliğin altını boşattığı gibi bir propaganda eşliğinde Kemalizm bir kez daha kutsandı. Bilim, özgürlük, adalet, onların eliyle de katledildi. Faşizme yaşam suyu, toksidli Türk milliyetçiliğine, katliamcı Türk ırkçılığına nefes oldular. Hangi renkte ve hangi biçimde bir maske takılsa da faşizmin iğrenç çirkin yüzünü gizleyemediler.

Yüz yıllık gericilik, yüz yıllık karanlık

Bir asırlık süre insanlık tarihinde oldukça uzun bir zaman dilimi sayılır. Bu sürece birçok yeni kalkınma hamleleri, toplumsal gelişim adımları, kültürel ilerleme sığdırılabilirdi. Ancak temelde değişmeyen, tekrardan vazgeçmeyen ne kadar gericilik ve zulüm pratiği varsa, bu yüz yıla sığdırılmaya çalışıldı. Türkiye Cumhuriyeti yeni yüz yılı içinde eskiyi sığdırmak ve saklamakta ünlü bir devlettir.

İttihat-Terakki’nin uluslaşma ve ulus devlet yaratma arayışı ve mücadelesinin en iyi devamcısı Kemalistler oldu. Kendisi de bir İttihatçı olan M.Kemal, Türk ticaret burjuva ve toprak ağaları sınıfının ve kapitalist dünyanın sömürü, hegemonya çıkarlarına, yeni çağın ihtiyaçlarına en iyi yanıt veren kadro oldu.

Kapitalist-emperyalist güçler, feodal dönemin devlet ve yönetim yapılarını yıkıp kralların, padişahların, prenslerin taçlarını atıp ulus devlet temelli yapılanmalara modern devletlere ihtiyaç duymaktaydı. Çünkü kapitalizmin serbest rekabetçi halinden tekelci haline geçişe uygun ulus-devlet modelleri yanıt verebilirdi.

Dünyada yayılan ulusal bilinç ve ulusalcılık fikri “Hasta Adam” Osmanlı’nın asker-sivil aydınlar içinde hızla gelişiyor ve yayılıyordu. İmparatorluk ve sultanlık, tekelleşen kapitalizmin gelişimine ve ihtiyacına yanıt vermekten uzaktı. Sisteme padişahlık dar gelmekte ve eski kalmaktaydı. Ulus-devlet fikrine ve tezine en uygun model parlamenter cumhuriyetti. Bu yanıt ezilenlerin sömürü ve baskıdan kurtulması için değildi. Bu yanıt özellikle sömürücü egemen sınıfların çıkarlarına ve ihtiyaçlarına yanıttı. Elbette kurulacak cumhuriyet bir işçi-köylü ya da halk cumhuriyeti olmayacaktı. Burjuva-feodal sınıflara hizmet eden emperyalist-kapitalist dünyanın sömürü ve hegemonya çıkarlarına yanıt olacaktı. Bu ihtiyaca en iyi yanıtı vermeye çalışanlar Jön Türkler, İttihatçılar ve sonrasında takipçileri olan Kemalistler oldu.

Kemalist hükümet, batılı emperyalist devletlerin onay ve desteğini alarak kuruldu. Onlara bağlılık sözü vererek kuruldu. Yarı-sömürge statüsünü kabul ederek var olma hakkı kazandı. Elbette ki yarı-sömürgecilik, görünüşte bağımsız, özde ekonomide-siyasette-kültür ve yaşamda tamamen emperyalizme bağımlı bir uşaklık ilişkidir. Efendisine her yönüyle bağlılık ve sadakat sözü güvence vermeden var olamaz, yaşayamaz.

Kemalist Cumhuriyet ağırlıklı olarak Ermeni-Rum sermayesine, zenginliklerine, topraklarına çökerek kuruldu. Birikim sermayesine Ermeni-Rum sermayesine çökerek sahip oldu. Zira sermayenin el değiştirilmesi ve milileştirilmesi ulus-devlet için vazgeçilmez önemde ve değerdeydi.

Türklük ve Türkçülük ideolojisi

TBMM’nin ilk kurucu mebusları geçmişin Ermeni ve Rum soykırımlarına katılan, zenginliklerine çöken katiller ve hırsızlar oldu. Kurucu meclisin ağırlıklı bileşenleri İttihat-Terakki’nin kadrolarıydı. Göstermelik bir meclis, şekilsel Cumhuriyet, soykırımcı ittihatçıların ve Kemalistlerin kanlı yüzünü gizlemeye yetmedi.

Türk komprador burjuvazisi ve büyük toprak ağalarının temsilcisi olan M.Kemal ve yanındakiler, iktidarlarını sağlama aldıkça “Milli Mücadele” döneminde sözde de olsa savundukları kimi söylemleri hızla terk ettiler. 1921 Kanun-i Esasi’de yer alan ve “yanlış anlamaya müsait bazı nüansları” 1924 Anayasası’yla hızla düzelttiler. Türk’ten başka millet tanımayan 1924 Anayasası tekçi ve ırkçı bir anayasadır. Türk milliyetçiliğini yegane kılavuz, Sünni islamı devletin resmi dini olarak kabul eden Kemalist hükümet, İttihat-Terakki döneminden kalan, tamamlanmayan soykırımları devam ettirdi. Osmanlı döneminde emperyalistlere ödenmesi gereken borçları ödemeyi kabul etti. Kürtlerin özgürce yaşama ve ayrılıp devlet kurma hakkına soykırım ve katliamlarla yanıt verdi. Kürdün diline özgürlük, idealine Türk zincirini ve varlığına Türk kılıcını kullanarak yanıt verdi.

Türkten başka bir millete bir hak tanınmadı. Türkçülüğü esas alan, Türk-İslam sentezinden başka bir ideolojiye, farklı bir düşünceye ve aykırı bir görüşe ne yer verildi ne de tahammül gösterildi. Her türlü demokratik düşünceye zincir vuruldu. Hak ve özgürlük talepleri örfi idarelerle susturuldu. İlerde Kemalizm’i eleştirecek ve tehdit unsuru görülebilecek, şüpheli kabul ettikleri yayınları bile yasakladılar. İşçiler, köylüler, ilericiler, aydınlar, devrimciler faşizmin ayakları altında ezilmeye çalışıldı.

“Türklük Sözleşmesi” faşizm sözleşmesidir!

“Türklük Sözleşmesi”, Cumhuriyet’in yazılı olmayan ancak her yönüyle işlevli olan anayasasıdır. Türklük asıl olarak 1915-1925 yılları arasındaki soykırım ve savaşlar dönemi boyunca inşa edilmiş bir “Türklük Sözleşmesi” üzerine kuruludur. Bu yazılı olmayan sözleşmenin birinci maddesi; Türkiye’de güvenli ve imtiyazlı bir şekilde yaşamak ve yaşayabilme umuduna sahip olmak için “Türk olmak ve Türkleş(tir)mek” gereğidir.

İkinci maddeye göre; 1915-1924 tarihleri arasında Müslüman olmayanlara ve onların arasında özellikle Ermenilere yapılanlardan, mal ve mülklerinin gasp edilmesinden ve Müslümanlar arasında paylaştırılmasından asla bahsedilmeyecek, bu konuda bilimsel araştırma ve siyaset yapılmayacaktır.

Üçüncü maddeye göre ise; Kürtlere yapılanlardan asla bahsedilmeyecek. Kürt meselesi hakkında bilimsel çalışma ve siyaset yapılmayacaktır.

Bunlar Türkiye Cumhuriyeti’nin yazılı olmayan ama yazılı olanlardan çok daha etkili olan anayasanın ilk ve değiştirilmesi teklif edilemeyen maddelerdir.

Siyaset Türkler arasında Türkler için yapıldı. Kurumlar Türkleri korudu. Türk olmayanları cezalandırdı. Veya yok sayıldı. Sözleşmeye uymayıp itiraz edenler dışlanıp hain ve terörist ilan edilerek cezalandırıldı.

Bu sözleşmeye uyan kişi siyasette, iş dünyasında, bürokraside, akademide, yargıda, sanat dünyasında vb. alanlarda belli noktalara gelebilecekti. Uymayanlara ne çalışma ne yaşama-konuşma ne de var olma hakkı tanınacaktı.

“Laik, sosyal, hukuk” devletinin temeli: Soykırım!

Cumhuriyet’i ilan eden kadrolar, soykırım gerçekleştirmiş kadrolardır. İyi bir İttihatçı olan M.Kemal de bunlardan biridir. Kemalistlerin Ermeni-Rum-Süryani katliamlarının yegane sahibi ve savunucusu olduğunu M.Kemal’in Adana konuşmasında çok açık bir şekilde görülür: “Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleket sizindir. Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır… Ermenilerin ve diğerlerinin burada hiçbir hakkı yoktur” diyen M.Kemal, Ermeni meselesinde yerini ve konumunu açıkça belirlemektedir.

Soykırım üzerine kurulu bir cumhuriyetin bir hukuk devleti olduğu söylenebilir mi? Dahası bu cumhuriyet, soykırım temeli üzerinden kurulduğu için ilerici ve demokratik olabilir mi? Soykırımları Hitler faşizmine örnek olan M.Kemal’den bir ulusun önderini yaratmak ve dahası devrimci bir önder olarak sahiplenmek, ilk önce devrimci, ilerici, solcu olduğunu savunanlar açısından sorunludur.

Ermeni-Rum meselesine doğru ve bilimsel yaklaşılamadığı, yüzleşilmediği için Türkiye tarihi ve toplumu gerçekçi tahlil edilemedi. Benzer durum aradan yüz yıl geçmiş olsa bile Kürt ulusal sorununda da yaşanmaktadır.

Kuruluşu kan ve çökme üzerine olan bir devletin yapısı demokratik özgürlükçü olabilir mi? 100 yıl değil birkaç yüz yıl da geçse Türk devleti faşist baskıcı ve soykırımcı karakterinden kurtulamaz. Nitekim tam da böyle olduğu içindir ki TC açısından Kürtler bir beka sorunu olarak görülmüştür ve yüzyıldır imha ve inkar politikalarının hedefine konulmuştur.

Cumhuriyetlerinin beka sorunu: Ulus, azınlık milliyet ve inançlar

Türk-Sünni İslamcıyı ülkenin yegane hakimi ve efendisi yapan ve bunu yasalaştıran zulüm cumhuriyeti; temellerini tekçilik ve Türk ırkçılığı üzerine inşa etti. Türkten ve Türkçülükten başka kimseye yaşam hakkı tanımadı.

Katliamlarına kanuni kılıflar geçirme kurnazlığından geri durmadılar. “Takrir-i Sükûn Kanunu”, “Şark Islahat Planı”, “Mecburi İskan Kanunu”, “Tunceli Kanunu”, OHAL’ler ve sıkıyönetimlerle Kürt halkının kimliğine, diline, iradesine zincir vuruldu, boynuna Türk ilmiği geçirildi.

Türk faşizmi, Kürtlerin özgürce yaşama ve ayrılma hakkını soykırım ve sürgünlerle gasp etmeye çalıştı. Ve bu gözü dönmüş politika bugün de şiddetinden bir şey kaybetmeden devam ediyor.

Türkiye Cumhuriyeti, halklar hapishanesinden halklar ve inançlar mezarlığına çevrildi. Yüzyıldır uygulanan ve halen de uygulanmaya devam eden budur. AKP-MHP iktidarı da yüzyıllık cumhuriyetlerini layıkıyla anmakta ve yaşatmaktadır. Cumhuriyeti anmayı, fötr şapka takma ve vals yapmak olarak gören sözde aydınlara karşı AKP-MHP iktidarı Kemalist cumhuriyetin “Tek devlet-tek millet-tek dil-tek bayrak- tek din”, “Ne mutlu Türk’üm diyene”, “Ya sev ya terk et”, “Soykırım mı tehcir mi?” zihniyetini bir devlet politikası olarak zenginleştirerek ve kabul etmek gerekir ki başarıyla sürdürmektedir.

Bundan daha büyük sahiplenme ve anma var mıdır?

Cumhuriyetleri yüz yıldır katletmeyi sürdürmektedir. “Devlette devamlılık esastır” politikasında ısrarlıdır. Üstelik bu istikrar sadece ulus ve milliyetlere yönelik katliamlarla yaşanmamaktadır. Azınlık inançlara yönelik baskı ve yok sayma politikası da sürdürülmektedir. Hatta denilebilir ki İslamcı AKP, cumhuriyetin “tek”lerinden Sünni Hanefi mezhebinin tekliğini bütün topluma dayatma konusunda öncellerinden daha başarılı bir politika izlemektedir.

100 yıllık cumhuriyet tarihinde hiçbir hakka sahip olmayan, baskı ve katliamlarla inançları yok edilmek istenen Aleviler cumhuriyetten ne demokratik ne de eşitlikçi bir yaklaşım görmüşlerdir.

Alevileri sürekli yok sayıp Sünni İslam’la terbiye etmeye çalışan Cumhuriyet sahte laik sloganıyla kandırmaya çalışmıştır. Osmanlı’nın zulmüne karşı bir kurtuluş umudu olarak cumhuriyeti gören Aleviler, daha Cumhuriyet’in başlarında hedef alındı. “Tekke ve Zaviye Kanunu” ile Alevilik yasaklandı. Yok sayıldı. Alevilerin pirleri, dedeleri zulme uğradı. Özgürce inançlarını ve kültürlerini yaşayamadılar. Alevilere ait her şey yasaklandı. Tek din olan Sünni İslam altında sesi ve inancı kesilip boğuldu. Keza Diyanet kurumuyla Sünnileştirme baskıları kurumsallaştırıldı. Sünnilik bir devlet dini olarak dayatıldı. Dergahlarının kapılarına kilit vuruldu. Alevi halkının en doğal hakkı olan cem yasaklandı. Zorunlu din dersi ile Aleviler özlerinden değerlerinden kopartılarak asimile edilmeye çalışıldı. Bu asimilasyon politikası, bütün ret ve itirazlara rağmen ısrarla sürdürülmektedir.

Tekçi-inkarcı-asimilasyoncu Türk Cumhuriyeti, Çorum’da-Maraş’ta-Sivas’ta-Gazi’de Alevi emekçilerini, aydınlarını, sanatçılarını kadın ve çocuklarını katlederek gerçek yüzünü göstermekten çekinmemiştir.

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan günümüze dek kendi Alevisini yaratmak için her türlü şiddeti ve sahtekarlığı kullanmıştır.

Yüzüncü yılını kutlayan başta Kürt ulusu olmak üzere, azınlık milliyetler ve başta Aleviler olmak üzere azınlık inançlar üzerinde her türlü baskıyı, katliamı uygulayan ve dahası toplumun bütün kesimleri, işçi-kadın-LGBTİ+lar kısaca kendinden olmayan, kendine biat etmeyene düşman olan bir cumhuriyet, demokratik olabilir mi?

Çeşitli ulus, milliyet, inanç ve cinsel kimliklere, doğaya ve canlılara düşmanlık üzerine bir yüzyıl geçiren cumhuriyet yeni bir yüzyılına adım atsa da Ortaçağ karanlığının en gerici, en barbar, en şoven, en ırkçı devleti olmaktan kurtulabilir mi?

Tarihin yaprakları yenilense de faşizmin özü değişmeden kalıyor.

İşte o nedenle diyoruz ki: Faşizmin Cumhuriyeti Kutlu Olmasın!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu