GüncelMakaleler

Politik-Gündem | Örgütlü Bir Halk ya da Kurtuluşun Tek Yolu!

Kitlelerin eseri olacak olan devrimin, örgütlü öncüsü iddiasında olanların bugünkü temel görevi, kitlelerin en dinamik kesimleriyle, direnç odakları ile bağları güçlendirmek ve kendini burada inşa etmektir!

Hâkim sınıflar cephesinde, karşılıklı hamle ve atakların, nabız yoklamaların, hesaplaşma ve el enselerin çaktırmadan yapıldığı, masa altında birbirine çelmelerin takıldığı politik bir iklimde yol alıyoruz.

Şimdiki durumda, egemen sınıf klikleri arasındaki çatışma, belediyeler etrafında cereyan ediyor gibi görünüyor.

Her klik, yakın dönemde politik arenada şiddetli sarsıntıların olmasını ihtimal olarak gördüğünden kitle bağlarını güçlendirme, örgütlenmesini yeniden yapılandırma, geniş kamuoyunu yereldeki başarı hikayeleri üzerinden konsolide etme telaşında.

Değişik vesilelerle 2020’ye atfen yapılan erken seçim açıklamaları, tahminleri, içeride gittikçe güç toplayan büyük fırtınanın işaretleri olsa gerek. Görünen o ki, düzen partileri yakın zamanda önemli ve yıkıcı toplumsal değişimlere, en azından kimi hareketlenmelere dair bir beklenti içinde. Veyahut başta ekonomik alanda ortaya çıkacak kimi gelişmelerin siyasi alanda mevcut dağılım üzerinde tesir edici bir etkide bulunacağı beklentisi içinde.

Muhalif düzen partileri cephesinde pusuya yatma, AKP-MHP faşist ittifakının kendi seyri içinde toplumsal meşruiyetinin ve bununla da bağlantılı olarak desteğinin azalmasını bekleme hali söz konusu. Abdullah Gül/Ali Babacan ile Ahmet Davudoğlu’nun çıkışıyla, taşların yerinden oynayacağı ve kartların yeniden karılacağına dair bu cepheden yansıyan net bir mesaj var.

2001 krizinde Türk ekonomisini “kurtarmak” göreviyle İMF tarafından buraya atanan Kemal Derviş’in yanı başında ödevlerin (yaptırımların) yerine getirilip getirilmediğini denetlemek adına hazır bulunan Ali Babacan’ın çıkışının uluslararası emperyalist sermayeden habersiz olamayacağı açık. Babacan’ın başta Londra olmak üzere emperyalist metropollerde, finans kapitalin temsilcileriyle uzun süredir görüşmeler gerçekleştirdiği ve büyük oranda destek aldığı da bir sır değil.

Bu durum, Babacan’ın çıkışının yerel dinamiklerin ötesinde uluslararası finans çevreleri ile Türk Komprador Burjuvazisi eliyle hazırlandığı ve bir plan dâhilinde parça parça devreye sokulduğunu gösteriyor.

TC’nin siyasal sahnesinin sürprizlere ne kadar açık olduğu, inişli çıkışlı yapısı ve sert karakteri de bilinmiyor değil.

Hatırlanacağı üzere, 2001 krizi ile DSP-ANAP-MHP ittifakının tüm üyeleri baraj altında kalmış, ANAP ve DSP siyaseten bitmişken, daha kurulalı bir yıl bile olmayan AKP, 2002 yılı 3 Kasım seçilmelerinde yüzde 34.28 oy alarak 363 milletvekili ile mecliste çoğunluğu elde etmişti. Geçmiş deneyimler, egemen sınıf klikleri arasındaki dalaşın, siyasi partilere oldukça sert ve keskin bir şekilde yansıdığını ve her önemli tarihsel dönemeçte toplumu sarsan, çarpıcı gelişmelerin rüzgârıyla iktidar katında direksiyonun el değiştirdiğini, dengelerin yeniden kurulduğunu gösteriyor.

Babacan’ın çıkışının tıpkı öncekilerde olduğu gibi son derece hızlı ve yıkıcı olacağını öngörmek mümkün. Babacan ve Davudoğlu’nun sahalara, yeni söylem ve çıkışlar için uygun bir toplumsal kaynama ve hareketlenme ortamında veyahut bunu takip eden günlerde ineceğini tespit etmek olası görünüyor.

Kuşkusuz düzen cephesinde, siyasi partilerin bahsini ettiğimiz öngörü ve beklentilerinin de ekonomik, siyasi vs. başlıklar altında, toplumsal gelişmelerde karşılık bulan, somutluk kazanan haklı gerekçeleri var.

AKP iktidarı, Türk hakim sınıflarının talepleri doğrultusunda yaşama geçirdiği politikaların suç ve rant ortağı olarak nihayetinde bu sürecin kurbanı olmuş durumdadır. Türk burjuvazisi için açıktır ki siyasi partiler dönemseldir ve ihtiyaç dâhilinde tarih sahnesine çıkar, fonksiyonları sona erdiğinde tarihin çöplüğüne atılırlar.

Burjuvazi, her dönem için çıkarlarını, kitleler nezdinde kabul edilebilir hale getirecek, rıza üretecek yeni siyasal organizasyonlar ve liderleri sahneye çıkarır. AKP ve R.T. Erdoğan’ın hikâyesi de ziyadesiyle buna denk düşmektedir.

Kriz, ‘yeni’ aktörler ve başkanlık rejimi…

Gelinen aşamada, dönmeyen ekonomi çarklarının, en küçük hücresine kadar toplumun tüm kesimlerini etkisi altına aldığı büyük bir kriz girdabından söz ediyoruz.

Ekonomik alanda ortaya çıkan kriz hali, alım gücünün düşmesi, açlık ve sefaletin tavan yapmasını da beraberinde getiriyor. ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ ile uzun bir süredir bir devlet aparatına dönüşen AKP’nin rıza üretim kapasitesinin epeydir ciddi bir darbe aldığı ve gerileme sürecine girdiği herkesin bildiği bir sırdı. Diğer yandan Suriye iç savaşında gelinen aşama, cihatçı çeteler üzerinden inşa edilen dış politikanın tıkandığını ve sahibini vurmaya başladığını göstermektedir.

Esad rejiminin, hedef tahtasında olduğu İslamcı ideolojiden beslenen ve bu yelpazedeki kesimlere yol veren, payanda olan bir politikanın çoktandır bir hükmünün kalmadığı ortada. Dış politikada yönelim, Esad karşıtlığı temelinde İslam’dan kaynağını alan bir yaklaşımdan öte ulusalcı saiklerle, Kürt düşmanlığını menziline alan bir politika olarak görünüyor.

Nitekim Esad rejiminin toparlanmasına paralel bir şekilde okun ucu buradan Kürtlere döndükçe MHP için iktidarda bir alan açıldığı unutulmamalıdır.

Dış politikada, İdlip’te Putin’le yapılan bir dizi pazarlık sonucunda şimdilik sular durulmuş olsa da gidişatın ana yönü, Esad rejiminin alandaki ve de daha geniş çeperde bölgedeki hâkimiyetini artırması ve buradaki hegemonyasını kurumsallaştırması şeklinde. Bu durum, Türk devletinin hamiliği ile bölgede at koşturan cihatçılar için yeni adreslerin gösterilmesi ihtiyacını açığa çıkardı, çıkaracak. Bunun Rojava olacağını tahmin etmek ise zor değil.

Suriye’de açığa çıkan bu tablo, coğrafyamızdaki gelişmelerle birleşince iktidar katında AKP dışındaki diğer güçler için yeni iktidar alanları da açılmıştır, açılacaktır. Nitekim ilk olarak faşist Perinçek akabinde Bahçeli ve 15 Temmuz’u müteakip bir kısım Ergenekoncu ile kurulan ittifakta buna işaret etmektedir. Gidişat, AKP/R.T. Erdoğan’ın iktidarını, AKP’nin erimesi ve çözülüşüne koşut bir şekilde daha fazla paylaşması yönünde görünmektedir. İçeride ve dışarıdaki toplumsal momentum, AKP dışındaki güçlerin amiral gemisinde dahası kaptan köşkünde daha etkin olacağı koşulları olgunlaştırmaktadır.

AKP bakiyesi için Davudoğlu’nu ancak dümeninin başına ise kaptan olarak Gül/Ali Babacan’ın başını çektiği bir ittifak için ortaya atılan öngörüler, bir kısmına değindiğimiz toplumsal değişimin bir sonucu olarak şekillenmektedir.

Ekonomi bakanlığı görece TC ekonomisinin büyüdüğü masal yıllarına denk düşen Babacan’ın bu sahte ünü öne çıkaran ve politik çerçeveyi AKP tabanı ile sınırlamayan yaklaşımı da toplumun kılcal damarlarında akan mesajın doğru okunduğunu gösteriyor.

Dünün ANAP’ına benzeyen merkez sağ olarak ifade edilebilecek yeni bir formül, mutfakta pişirilmekte ve servise hazır hale getirilmektedir.

Yeni sürecin ana karakteri ise tüm partilerin kaderinin birbirine, ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ ile devletin bekasına bağlanması olacaktır. Başka bir deyişle, İttifaklar önümüzdeki dönemin bir tercihi değil zorunlu bir politik mottosu olacaktır.

Farklılıkları tek bir potada birleştirme perspektifi, toplumun değişik kesimlerinde biriken ve parça parça su yüzüne vuran çelişkilerin ateşinin düşürülmesine yönelik bir tasarrufla yürürlüğe sokulmaktadır. İttifaklarla, bir yandan toplumsal dinamiklerde biriken sinerjinin sistem içine süpürülmesi diğer yandan da muhalif kesimlerin hareket alanının kısıtlanması ve düzen partilerine mahkûm edilmesi hedefleniyor.

İşçi sınıfı ve geniş emekçilerin bugün yüz yüze kaldığı sömürü, açlık ve sefalet; Kürt halkının temel demokratik taleplerine yönelik azgın imha, inkâr ve asimilasyon politikası, Alevilerin inanç özgürlüğü temelinde taleplerine verilen şiddetli tepki; kadın ve LGBTİ+’lara yönelik vahşi katliam ve kıyım politikası ve buna eklenebilecek bir dizi başlıkta açığa çıkan öfke, değişik renk ve tipteki düzen partileri aracılığıyla sistemin derin dehlizlerine çekilmek istenmektedir.

Değinmek gerekir ki, ne Kılıçdaroğlu ne de Meral Akşener, ‘Başkanlık Rejimi’ne temelde karşıdır. Bugün üst perdeden parlamenter sistemi dile getiriyor olmaları bir yandan R.T. Erdoğan/AKP iktidarını korkutmak ve pazarlıkta eli yükseltmek diğer yandan mevcut sisteme tepki duyan kitlelerin “gazını” almak içindir. AKP’nin anayasa değişiklikleri ve peşi sıra sıra gelen seçimlerle Saray’da son bulan yolculuğunda direksiyonun başında R.T.Erdoğan oturmuşsa muavini de CHP olmuştur.

Perde arkasında ise Türk Büyük Burjuvasi’nin başta emperyalist-kapitalist sistemin büyüyen krizi olmak üzere gerek Ortadoğu’da gerekse de Türkiye-T. Kürdistan’ın da gelişen ve evrilen yeni sürece paralel bir arayış içine girdiği açıktır. Sermaye, finans kapitalle kurduğu ilişkinin niteliğine uygun bir düzenin yerleşmesi için daha güçlü bir devlete ihtiyaç duymuştur, duymaktadır!

Bugünkü durumda CHP-İYİ Parti ile AKP-MHP arasında süregelen çatışmaların, ‘Başkanlık Rejimi’ noktasında bir ortak kabulle, bu çember içinde sürdüğünü söylemek yanlış olmaz. Olası bir erken seçimde, Millet İttifakı’nın -eğer dağılmaz ise- sistemin yenilenmesinden öte ‘Başkan’ın yetkilerinin sınırlandırılması ve bir denge unsurunun oluşturulmasına yönelik kimi çıkışlarla yola devam etmesi daha güçlü bir eğilim olarak görünüyor.

Nihayetinde muhalefeti ile birlikte uzun süredir IMF’nin kapısını çalan,  İstanbul’da büyük depremin habercisi sarsıntıda, rant üzerine kurduğu sistemi iflas eden, elinde kala kala vatana-millet-sakarya edebiyatı ve mehteran marşı eşliğinde Rojaya yönelik işgal planları kalan, güvenli bölgeye kurulacak TOKİ konutlarından medet uman bir iktidar ile karşı karşıyayız.

Toplumsal düzlemde hemen her alanda, yaşanan ciddi bir sıkışmışlık ve kriz halinin yakın zamanda ciddi sarsıntılar yaratacağını bunun da egemenlerin rafta beklettiği kimi hamleler için uygun koşullar sağlayacağını söylemek mümkün.

Kuşkusuz ancak denklemde denge bozucu unsurların devreden çıkarılmasıyla başarılabilecek bir hedeften söz ediyoruz. Düzen dışı muhalefet, örgütsel olarak yaşadığı tüm sorunlarına, darlığına, politik alandaki yetmezliklerine rağmen hala söz konusu denkleme sarsıcı etkiler yapabilecek bir alternatif.

HDP ve onunla birlikte yan yana mücadele yürüten devrimci-demokratik güçler bu tekere çomak sokabilecek potansiyele sahip.

Kitle Hareketinden Öğrenelim, Parçası Olalım!

Görünen o ki hâkim sınıflar, bu somut gerçeğe bizden daha fazla vakıf. Zira, yeniliği sadece adından menkul yargı paketiyle ortaya konulanlarda buna işaret ediyor. Sarayın kalemşörleri ne kadar bağırırsa bağırsın bizim için yargı paketinin turnusolu, HDP eski eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ kararı olmuştur. Aynı suçtan iki defa ceza vererek hukuk literatürüne utanılacak bir katkı da bulunan TC yargısı, aslında bu yaklaşımı ile yargı paketinden muradını da dile getirmiş bulunuyor: Paçavraya dönüşen hukukun bugünkü halini bile aranır kılmak!

Hukuk adına hiçbir ilke ve kuralın olmadığı, savcının mahkeme yerine ikame edildiği ve pişmanlığın dayatıldığı yeni bir hukuk rejimi hazırlanıyor devrimci, demokratik, yurtsever güçler için. Amed’de HDP önüne getirilen aileler eliyle, ulaşmak istenilen kuşatma, pasifize etme ve etkisiz kılma hedefinin yasal ayakları örülüyor.

Diğer yandan Amed’deki aileler eliyle devrimci-demokratik güçlerin kitleler nezdinde itibarı HDP merkezli kırılmaya çalışılıyor. Süregelen gözaltı ve tutuklama operasyonları ile Batıya taşınan her kayyum eylemine yönelik saldırganlıkta bu kapsamda devreye sokuluyor.

Ne var ki iktidar büyük bir sıkışma hali yaşıyor. Kayyumları atamış olsa da Kürdistan’da ve batıda geniş kitleler nezdinde büyük bir meşruiyet krizi yaşıyor. Doğaya ve çevreye yönelik politikalar her gün daha büyük bir öfke yaratıyor. Aydın’dan İzmir’e, Samsun’dan İstanbul’a, coğrafyamızın dört bir yanında işçi sınıfı parçalı da olsa direnişi sürdürüyor. Kararnamelerle ortaçağ engizisyonlarını aratır bir şekilde işten atılan KHK’lılar, direnişi aralıksız sürdürüyor, direniş yeni bir birleşik form kazanıyor!

Kadınlar, kıyıma dönüşen cinayetlerin ‘Acil Önlenmesi’ talebiyle sokağa çıkıyor ve sürece müdahale ediyor. Yığınların kendiliğinden mücadelesi ve kitle hareketi kendi içinde mayalanıyor ve adım adım sokağa taşıyor. Açık ki sınıf mücadelesi denilen olgu, devrimci-demokratik, yurtsever güçleri aşan bir karaktere sahiptir.

Bu olgu, toplumu oluşturan tüm sınıf ve tabakların, mevcut sistem içindeki pozisyonlarına verdikleri tepkilerin, bu pozisyonlarının ürettiği öfkenin, açığa çıkan tepki ve eylemlerin başka bir deyişle bu alandaki tüm sinerjinin bir özetidir!

Açık ki bu devrimci, demokratik ve yurtsever güçler ancak bunun bir parçasıdır. Çelişkilerin en yoğun olduğu kesimlerden beslenen, onların örgütlü gücü durumundadırlar.

Ancak, devrimci, demokratik ve yurtsever güçlerin mevcut dağınıklığı ve örgütsel darlığı, sokağa taşan ve kendiliğinden bir şekilde sistemle karşı karşıya gelen kesimleri kucaklamasını da sınırlamaktadır. EYT’liler cephesinde gelişen hareketlilik, KHK’lıların gelişen tepkisi, Kazdağları ve iklim grevleri ile birçok ilde süregelen işçi eylemlerinde ve buna eklenebilecek başka bir dizi başlıktaki direnç odağına söz konusu güçlerin müdahalesi ve etkisi son derece zayıftır.

Kitlelerin eseri olacak olan devrimin, örgütlü öncüsü iddiasında olanların bugünkü temel görevi, kitlelerin en dinamik kesimleriyle, direnç odakları ile bağları güçlendirmek ve kendini burada inşa etmektir!

Devrimin öncüsünün andaki yönelimi, çeşitli biçimlere bürünen ancak her biri toplumun en diri ve dinamik kesimlerini yansıtan kendiliğinden ve örgütlü çıkışlarla temas kurmak bu mayalanmanın parçası olmak ve örgütlenmektir! Zira dünyayı adım adım yok oluşa götüren coğrafyamızda da milyonları doğa olayları karşısında çaresizce ölüme sürükleyen sisteme karşı örgütlenmekten başka çıkar yolu yoktur.

Örgütlü halk gerçekliği bütün felaketlerin karşısında, sömürü düzeninden kurtuluşun tek yoludur!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu