Makaleler

Şovenizm, Uluslaşma ve TC’nin Ortaya Çıkışına Dair-6

Şovenizmi kavrayışta “sol” körlük

Milliyetçiliğin-şovenizmin esaret zinciri altındayken halk kitlelerinin kendi yaşam koşullarına dair sorgulama bilincinin bulanıklaşacağını çok iyi bilen devlet/ulus egemenleri, ellerindeki bu oldukça masrafsız, zahmetsiz yönetsel aracı tüm pervasızlığıyla kullanmıştır.

Devletin halk kitlelerini yönetme aracı ve halk kitleleriyle kurulan bir diyalog biçimi olarak şovenizmin stratejik hedeflerinden birisi sınıf çelişkilerini bastırmak, bu çelişkileri yönetmektir. Halk kitlelerinin kendi sınıfsal çıkarlarının devrimci mevzilerinde yerini alma tehlikesine karşı, şovenizmin düşman ya da tehdit olarak işaret ettiği kimliklere karşı yürütülecek sosyal, iktisadi, psikolojik ve fiziki bir savaş örgütlenmesi ve yürütülecek bu savaşın da kitleleri örgütlemesi amaçlanmıştır.

Türkiye devrimci hareketinin şovenizmi kavrayışındaki temel zaaflarından birisi de buraya ilişkindir. Şovenizmin ideolojik etkisini yalnızca ezilen ulusa karşı verilen savaşla sınırlayan, ezen ulusu da kapsamına alan “içe dönük” amacını kavramadaki zaafından söz ediyoruz.

Bu zaafın en bilinen biçimi, sınıf sorunu ile ulusal sorunun birbiriyle diyalektik etkileşimini kavramaktan uzak ele alışlardır. Bu yüzden de politik mücadelenin temel momentlerinden birisi haline gelmiş olan ve devletin, toplumun gündemini bu denli belirleyici hale gelmiş Kürt ulusal mücadelesine karşı devletin yürüttüğü şovenist seferberlik yeterince umursanmamakta, neredeyse yok sayılmaktadır.

“İşçici”lik, “sınıfsal”lık savlarıyla kendilerini “sosyalizmin özgün sorunları”na hasretmiş bu yapılar, şovenizmin halk kitlelerindeki demokratik duyarlılıkları ve hak arama bilincini nasıl felç ettiğini umursamadan, çatışan güçlere omuz atıp kendilerine ayrı bir mücadele koridoru açmayı temel politika tarzı edinmişlerdir.

Politikanın temel momentlerinin ve büyük saflaşmaların, politikanın konusu olan irili ufaklı tüm çatışma alanlarına kendini dayattığı bir ortam gerçeğini yok sayanlar, kendilerini bu ortamdan dışarıya “sosyalizm” ipiyle de çıkarsalar apolitik kalmaya mahkûm olurlar.

Steril bir “sınıfsallığı” pusula yapınca, etliye sütlüye karışmayan, şovenizme karşı açıktan bayrak açıp proletaryanın bilincini gereksiz gündemlerle meşgul etmeye gerek de kalmıyor haliyle(!) Bu noktada Lenin’in, sosyalist devrimin demokratik programında yer alan “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı” üzerinden yaptığı değerlendirme oldukça öğreticidir.

leninSosyalist devrim tek bir hareket, bir cephede tek bir muharebe değil, çetin sınıf savaşımlarının yer aldığı bütün bir çağ, tüm cephede, yani ekonomi ve siyasetin tüm sorunları üzerinde uzun bir muharebeler dizisidir. Bu muharebeler, ancak burjuvazinin mülksüzleştirilmesiyle sonuçlanabilir. Demokrasi uğruna savaşımın, proletaryanın dikkatini, sosyalist devrimden başka yöne çekeceğini, ya da bu devrimi gözden gizleyeceğini, ikinci plana iteceğini vb. sanmak büyük bir yanılgı olur. Tam tersine, nasıl ki tam demokrasiyi uygulamayan başarılı sosyalizm olmazsa aynı şekilde, proletarya, demokrasi uğruna, bütün alanlarda tutarlı bir devrimci savaşım yürütmeden burjuvaziyi yenilgiye uğratamaz.” (1)

“ulusların kendi kaderini tayin hakkı

Ayrıca şunu da belirtelim ki, Lenin demokrasi uğruna savaşımla, “ulusların kendi kaderini tayin hakkını” pratikten kopuk boş bir söylem haline getiren oportünist tutumları kast etmiyordu ve “sözde kalan protestolarla yetinmeyerek, yığınları kesin eylemlere çekerek” yürütülecek bir savaştan bahsediyordu. Türk şovenizmine karşı verilecek savaşın parolası da Lenin’in bu sözleri olmalıdır.

Şovenizme karşı mücadeleyi, politik mücadelenin önemli bir bileşeni haline getirmeyen siyasi yapılar; kendilerini devrimci-sosyalist olarak ifadelendirmekten dolayı bir adım dahi geri atılamayacak bir noktadan pratik karşılığı olmayan söylemler üreterek vaziyeti idare etmeye çalışıyorlar. Ancak, sorun, ülkenin neresine giderse gitsinler, kafalarını nereye çevirirse çevirsinler kendilerini takip ediyor.

Halk kitlelerinin hangi sorununa el atarlarsa atsınlar bir noktadan sonra şovenizmin ideolojik etkilerinden her alanda sınırsızca faydalandığı ve halkı sürekli “milli” bir konumdan tavır almaya zorladığı için ezilen yığınların geri yanlarıyla hesaplaşmayı sonsuza kadar erteleyemezler.

“terör siyaseti”nin sirayet etmediği gündem neredeyse yoktur.

Şovenist ideolojinin üretimi olan “biz”in karşısına, Kürt Ulusal Hareketini şeytanlaştırarak koymadığı, “terör siyaseti”nin sirayet etmediği gündem neredeyse yoktur. Rejim partilerinin son otuz yıllık siyaset pratiğine; “terörden yana olanlar” ve “teröre karşı olanlar” üzerinden belirlenmiş saflaşmalar yaratarak, kategorik karşıtlıklar üreterek halkı kendi arkasına yedeklemeye çalışmak ve baskı, sefalet ve yozluktan ibaret olan bu faşist rejime kitlelerin rızasını, onayını almaya çalışmak damgasını vurmuştur.

Rejimin en has partileri AKP, CHP ve MHP bile birbirine “muhalefet” ederken hasmını “teröre taviz vermekle”, “teröristlerle beraber hareket etmekle”, “terörün ekmeğine yağ sürmekle” vurmaya çalışmaktadır.

BDP’ye karşı ise tam koro halinde safını seçmesi ve “terörü lanetlemesi” dayatılıyor. PKK’nin eylemleri ve asker cenazeleri şovenizmi kışkırtma ayinlerine dönüyor. Ankara’daki ünlü TEKEL işçilerinin direnişi, Hidroelektirik Santrallerine ve barajların yarattığı ekolojik tahribata karşı yürütülen mücadele gibi ilk anda akla gelen demokratik-sosyal içerikli mücadelelerin bir çoğunun PKK ile ilişkilendirilip, bu mücadelelerin arkasında “terör parmağı”na işaret edilmesi siyaset geleneği haline gelmiştir.

TC devleti/hâkim sınıflar bir asırlık şovenizm tecrübesini, kendi çıkarlarına tehdit gördükleri her türlü hareketi ve direniş gücünü “terör” parantezine çekip onları etkisizleştirmede kullanmaktadır.

kaypakkaya 4Devletin ana akım medyası, yargısı ve polisiyle devrimci ve demokratik tüm mücadele alanlarını terörize edip, mücadele güçlerine karşı şovenist bir dalga ve linç atmosferi yaratmaları artık sıradanlaşmıştır.

İşte böylesi bir zeminde Türk şovenizmine ilkesel bir karşı koyuş gerçekleştirmeden ve Türk şovenizmine karşı halk yığınlarının eğitilmesini siyasi bir görev olarak belirlemeden yürünecek bir yol kalmamıştır. Her adımda Kürt Ulusal Hareketi ile ayrımlarını vurgulamayı siyaset biçimi haline getiren, Ulusal Harekete dair her sözün başını “Kürt milliyetçiliği” diye açanların; benzer bir şovenist kışkırtmanın hedefi olduklarında “Biz Pekakalı değiliz” demelerinin kendilerini kurtarmaya yetmemesi, bahsettiğimiz yolun sonunu işaret ediyor.

Yine, şovenizme dair duyarlılığın oluşturulması ve etkili bir mücadele örgütlenememesinin önündeki engellerden birisi, ezen ulus milliyetçiliği ile ezilen ulus milliyetçiliği arasında yapılması gereken kesin politik ayrımın yapılmamasından ileri gelen zaaflı duruştur.

Ezen ulus şovenizminin niteliği ve hegemonik baskısı bu denli belirginleşmiş bir zeminde “yansız” davranan, her türlü milliyetçiliğe “eşit mesafe” koyup, aynı tonda eleştiren siyasi yapılar, böylelikle, kendi “sosyalist” niteliklerini pekiştirdiklerini, sterilliklerini koruduklarını düşünüyorlar besbelli.

Bu da bize, I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan bu yana “sosyal şovenizm”in en yaygın, en belirgin biçimi olarak defalarca altı çizilmiş olan bu düşünceyle hesaplaşmanın güncelliğini koruduğunu gösteriyor. Ezen ulusun başka kimlikleri yok etmeye, yok saymaya güdümlü milliyetçiliğiyle (ki Türk milliyetçiliğinin atar damarının şovenizm olduğu unutulmamalıdır) ezilen ulusun var olma mücadelesinin doğal itimiyle varlık kazanan milliyetçilik aynılaştırılınca, Türk şovenizmine karşı kaçak güreşmekten başka çare kalmıyor haliyle.

Kürt Ulusal Hareketi’nin reformcu istemleri ya da uluslararası diplomasi ağından kendine destek bulup, güç yaratma politikalarının üzerinden keskin söylemler üretmeyi, durmadan milliyetçiliğin çıkmaz sokağını işaret etmeyi siyasi tutumlarının ana ekseni haline getirmiş olan örgütler, Türk şovenizmine soldan omuz verdiklerine pekâlâ inanmazlar. Ama inanmamaları, yaptıkları işin niteliğini değiştirmiyor maalesef.

Türk şovenizmine karşı güçlü, kesintisiz bir mücadele perspektifi gereklidir

Tarihsel kökleri oldukça derinlere giden ve ulus-devletleşme ideolojisinde merkezi bir yer teşkil eden Türk şovenizmine dair kavrayışımızı derinleştirmeye ve Türk şovenizminin ideolojik-politik-kültürel tüm alanlardaki varlık biçimlerine dair duyarlılıklarımızı güçlendirmeye ihtiyacımız var.

Meselenin yalnızca ulus-devletleşme ve uluslaşmaya dair “milli” bir sınırla kalmadığı, Türk hâkim sınıflarının iktidar olma/iktidarda kalmayı içeren sınıfsal siyasetin önemli bir bileşeni olduğu gerçeğini daha iyi kavramalıyız. Ve tabii ki tarihsel ve sosyal olarak bu denli etkin ve diri olan Türk şovenizminin en gerici rejim partilerinden tutalım devrimci örgütlere kadar geniş bir yelpazede siyaset dokusuna çeşitli oranlarda nüfuz ettiği gerçeğini görmeliyiz.

Bu gerçekliğin bizlere ifade ettiği mesaj, ekonomik, politik ve sosyal sorun katmanlarıyla bu denli etkileşim halinde olan şovenizmle mücadeleyi kendiliğindenci tarzından ve sistemsizliğinden çıkarmanın yol ve yöntemlerini bulmamız gerektiğidir.

Tıpkı cins eşitsizliği ve kadının cins olarak ezilmişliğine karşı mücadele olduğu üzere, Türk şovenizminin mücadele kapsamına giren tüm alanlardaki varlığına, görünüm biçimlerine karşı duyarlılığımızı, farkındalığımızı artırmalı, mücadele perspektifimizi belirlemeli ve Türk şovenizmiyle amansızca hesaplaşmalıyız.

Son sözü yine Lenin’in apaçık sözlerine bırakıyoruz: “Başka ulusları ezen bir ulus özgür olabilir mi? Olamaz. Büyük-Rus halkının özgürlüğünün gerçekleşmesi böyle bir zulme karşı savaşım gerektirmektedir. Ezilen ulusların hareketinin uzun zamandan beri süregelen bastırılmaları tarihi, bu zulmün lehine ‘yukarı’ sınıflar tarafından yürütülen sistemli propaganda, Rus halkının özgürlük davasının önünde, önyargılar vb. biçiminde koskoca engeller yaratmıştır.

Büyük-Rus kara-yüzleri, kasıtlı olarak bu önyargıları beslemekte ve körüklemektedirler. Büyük Rus burjuvazisi, bunları hoşgörüyle karşılamakta ya da bunlara destek olmaktadır. Bu ön yargılara karşı sistemli bir savaşıma girmedikçe, Büyük Rus Proletaryası kendi amaçlarına erişemez, özgürlük yolunu kendisine açamaz.” (Lenin; UKKTH, sf: 71)

(1) Lenin; UKKTH, Sol Yayınları, sf: 135

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu