Makaleler

MIZRAK ÇUVALA SIĞMIYOR!

Bundan yaklaşık bir yıl önce Maliye Bakanı Mehmet Şimşek Türkiye’nin giderek artan dış borçları konusunda halkla alay edercesine “Türkiye’nin borcu ise 309 milyar dolar…. Dünyada dış borç sıralamasında 27. sıradayız” diyor ve 1980 yılında 15.7 milyar dolar borç olduğunu belirterek, “1990’da 52.4 milyar dolara çıkmış, 2002’de 129.6 milyar dolar olmuş.

Şu anda, Haziran sonu itibarıyla 309.6 milyar dolardır” diyor ve şunları ifade ediyordu: “AKP hükümetleri döneminde iç borç ise, 352.8 milyar liraya çıktı. Sadece 2.4 kat artmış. Ondan önceki 12 yılda 2 bin 629 kat artmış. Türkiye’nin 1980’de iç borcu 720 bin lira… 1990’da ise 57 milyona çıkıyor. 2002’de 149,9 milyara çıkmış, yani tam 2 bin 629 kat artmış.” (21.12.2011, Vatan) Bizzat hakim sınıfların emrindeki bir görevlinin bunları ifade etmesi önemlidir.

Geçtiğimiz hafta ise gazeteler ülkemizde kredi kartı sayısının 4 yılda yüzde 100’ün üzerinde artarak 68 milyon 152 bine ulaştığını haber veriyordu. Türkiye’de 2008’in Eylül ayında 32 milyon 942 bin 272 kredi kartı bulunuyorken, söz konusu rakam bu yılın aynı ayına kadar yüzde 100’ün üzerinde artış kaydederek 68 milyon 152 bin 963’e yükseldi.

Söz konusu rakam geçen yılın aynı ayında da 52 milyon 446 bin 627 kart düzeyinde bulunuyor. Öte yandan 2008 yılının Eylül ayında alacak nedeniyle takipteki kredi kartı sayısı 2 milyon 118 bin 386 iken, söz konusu rakam, 2012’nin Eylül ayına kadar yüzde 90’ın üzerinde artarak 4 milyon 102 bin 620’ye yükseldiğini de ifade edelim. ( 25 Kasım 2012, Star) Halkımız borçla doğuyor, borçla yatıp borçla yaşıyor ve borçla ölüyor.

Bu rakamlar ülkemizi “teğet geçen” ekonomik krizin yanı sıra ülkemizdeki “ileri demokrasi”yle yönetilmesinin somut karşılığını oluşturuyor.

Hapishanelerdeki Açlık Grevi Ve Muhataplık!

Geçtiğimiz hafta içinde Türkiye hapishanelerinde yurtsever tutsakların başlatmış olduğu Süresiz Dönüşümsüz Açlık Grevi 68. gününde bitirildi. Eylemin bitirilişine ve kazanımları olup olmadığına yönelik özellikle çeşitli çevrelerde olumlu ya da olumsuz eleştiriler dile getirildi. Ve hatta yurtsever çevrelerden de “sol”a yönelik çeşitli eleştiriler dillendirildi. (Açlık Grevlerinin Ardından-Engin Erkiner, 20 Kasım 2012, ANF) Her şeyden önce şunu vurgulayalım: Hapishanelerde yurtsever tutsakların açlık grevi eylemine dair bakışımız bilinmez değil. Nitekim var olan direnişe hem içeride hem de dışarıda desteğimizi sunduk. Kaldı ki ileri sürülen talepler desteklenmesi gereken meşru ve haklı taleplerdi. Tam da bu nedenle var olan eylemin desteklenmesi hususunda bir an bile tereddüt yaşanmadı. Ancak eyleme dair çeşitli uyarılarımızı da dile getirmekten de imtina etmedik. (Eylemin yurtsever tutsaklar tarafından dışarısını hareketlendirmek için bir araç olarak ele alındığı ya da eylemin ÖO olmadığı, dışarıda buna dikkat edilmesi gerektiği vb.) Sonuçta her koşulda eylemin talepleri nedeniyle (anadilde eğitim, anadilde savunma ve Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması) desteklenmesi gerektiğini ifade ettik.

Gelinen aşamada eylemin bitirilmesiyle birlikte, “eylemin hiçbir kazanım olmadan bitirildiği” yönlü değerlendirmeler de yapıldı. Bu düşünceye katılmıyoruz. Yurtsever tutsakların açlık grevini ele alışları kendi politik çizgileriyle uyumludur. Açlık grevini ele alışı, sürdürüşü ve hatta bitirişi kendilerine özgüdür. Dolayısıyla eyleme dair böyle bir değerlendirmenin asıl muhatabı eylemin bir fiil yürütücüsü olanlardır.

Bizce zaten meselenin gerçek anlamda çözümü bu topraklarda UKKTH’nın şartsız-şurtsuz kabulünden geçmektedir. Tabii bunu ifade ederek, andaki görevimizden vazgeçmiyoruz. Nitekim bulunduğumuz bütün alanlarda görevlerimizden birisi de Kürt ulusal sorunuyla ilişkilenmek, Kürt ulusunun demokratik taleplerinin sahiplenmek ve en önemlisi de Ulusal Hareketten bağımsız olarak bu topraklarda Kürt kitlesiyle birebir diyalog içinde olmaktır.

En nihayetinde Ulusal Hareket diğer bütün talepler bir yana A. Öcalan’ın Türkiye siyasetinde oynadığı rolü bir kez daha hatırlatmış oldu. Nitekim kimi burjuva-feodal medya yazarlar da bunu dile getirdi. (HaberTürk, Fatih Altaylı; Posta, Mehmet Ali Birand; A. Altan, Taraf, 20. 11. 2012; H. Cemal, Milliyet, 21.11.2012 vd.) Ve hatta yurtdışından da benzer tepkiler geldi. (Der Tagesspiegel: “Öcalan gizli büyük bir güç.” (20 Kasım 2012)

Sonuç olarak Ulusal Hareket hapishanelerdeki açlık grevine esas olarak böyle bir misyon biçmiş ve yapılan pazarlıklarla birlikte ortaya çıkan sonucu yeterli görmüştür.

Bizler açısından ise temel mesele, daha en başından itibaren dışımızda süren bir direnişe tepkisiz kalmamak, ileri sürülen taleplerin haklılığı ve meşruluğunu pratik olarak desteklemekten ibarettir. Bu noktada ulusal hareketin “hapishaneler direnişlerindeki tutarsızlığını” ileri sürüp, sosyal şoven bir tutum takınmak düşülmesi gereken en son tavırdır.

Yaşasın Devrimci Dayanışma!

Çünkü ülkemizde faşizmin halka ve devrimci harekete yönelik her daim saldırısı söz konusudur. Bu saldırının son dönemdeki somut muhatabı ise DHF ve Halkın Günlüğü gazetesi oldu. Bu saldırı sonucunda onlarca devrimci tutuklandı. Faşizmin demokratik alana yönelik bu saldırısını boşa çıkartmak için her alanda dayanışma içinde olmak anın görevidir.

Öte yandan faşizm gerilla alanında tutsak ettiği devrimciler üzerinden, karşı devrimci propagandalarla -özel bir çalışmanın ürünü olduğu her halinden belli yayınlarla- devrimci harekete yönelik alçakça bir saldırı içindedir. Bu türden saldırılar ne ilktir ne de son olacaktır.

Düşman düşmanlığını yapmaktadır. Biz ise var olan saldırının şu veya bu örgüte yönelik olmadığını, doğrudan doğruya devrimcilere/devrimci harekete yönelik olduğunun bilinciyle, yaratılmak istenen bu “umut kırma operasyonunu” karşılamakla yükümlüyüz. Unutulmamalıdır ki devrimci hareketin başarıları kadar başarısızlıkları da komünist hareketi etkiler. Halk nezdinde “hepsi aynıdır, bizim çocuklardır!” Kuşkusuz ki “hepsi aynı olmasa da” bu algıya uygun bir konumlanış içinde olmamız gerekir.

Faşizmin Saldırganlığı Da Direniş De Sürecek!

Çünkü bu topraklarda devrim iddiasında bulunmak, aynı zamanda faşizmin azgın saldırısıyla karşı karşıya olmak demektir. Bu yoğun saldırı altında, devrim iddiasından vazgeçmemek, bu iddianın temel göstergesi olarak stratejik çizgiyi savunmak ve devrimci dayanışmayı ısrarla vurgulayıp, pratikleştirmek olmazsa olmazdır.

Çünkü faşizm içinde bulunduğu durumdan çıkış olarak yine halka saldırıyı önüne görev olarak koyuyor. Müteahhit eskisi, gerçekte “TOKİ” kağıt üzerinde Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar: “Gecekondular, terörü besliyor. Bunları iki yıl içinde dönüştürmemiz lazım” diyor. (30.11.2012. Radikal)

Bizler açısından faşizmin Kentsel Dönüşüm saldırısının hedefi konumunda olan mahallelerde, tamamen yerel koşulların somut değerlendirilmesiyle hareket etmek önemlidir. Bu durumda örneğin kimi mahallelerde HDK, (var olan meclisler aracılığıyla ya da meclisleri kurarak) ya da kimi mahallelerde uzun yıllardır kurulu olan dernekler, kitle örgütleri aracılığıyla bir çalışma örülebilir, direniş safları tahkim edilebilir.

Önümüzdeki süreçte faşizmin saldırganlığında en ufak bir eksilme olmayacağı ve hatta artacağının işaretleri fazlasıyla görünüyor. Geçtiğimiz haftaya kısaca bir bakış bile bunu anlamaya yeter. Açlık grevinin hemen ardından gündemleştirilen milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, idam ve hemen ardından, “muhteşem ecdat” tartışmalarının üzerine binen yine ve yine T. Erdoğan-A. Gül ikilisinin “iyi-kötü polis” oyunu, beraberinde kendilerinin bile inanmadığı ama halka yönelik ya tutarsa hesabıyla Suriye gerekçe gösterilerek sınıra Patriot füzelerinin yerleştirilmesi ve Rusya’nın buna yönelik tepkisi, Irak’ta yaşanan iç süreç ve Irak merkezi hükümetiyle özerk Kürt yönetimi arasında gerginliğin artması vb. gündemler Türk hakim sınıflarının sınır içinde ve dışında sıkışmışlığını gösteriyor.

Her ne kadar Siyonizmin, Gazze saldırısı ve yaşanan mağduriyet üzerinden TC devletinin Filistin’in BM’de tanınması gibi “son derece büyük diplomatik başarı”(!) propagandası içine girmesinin hemen ardından “büyük usta”nın faşistliği karşısında allanıp pullanıp ve pazarlanan Cumhurbaşkanı A. Gül’ün, “Suriye’deki gelişmeler Türkiye’nin aleyhine olursa müdahale ederiz” diyerek, Suriye’de olası bir Kürt inisiyatifine izin vermeyecekleri tehdidinde açık olarak görülüyor. (Toronto Star-Kanada.01.11.12. Basın)

Bu durum bir yandan bir yandan A. Gül’ün yüzündeki maskeyi düşürüyor ve gerçek sınıfsal kimliğini açık etmesine neden olurken, öte yandan Türk hakim sınıflarının nasıl bir istim üzerinde yol aldıklarını da gösteriyor. Artık Türk hakim sınıfları için mızrak çuvala sığmıyor ve zorladıkça çuval yırtılıyor. Ya başlarına bir kez daha çuval geçirilecek ya da alaşağı edilecekler! Başka yolu yok.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu