GüncelMakaleler

YORUM | Kayyum Saldırısında 2. Fasıl

"Kürt Hareketi kendi temsilini HDP’ye devrederek yürüttüğü bir önceki süreçten güçlenerek çıkmıştır. HDP’nin yaşadığı eksen kaymasına rağmen hanesine kattıkları göz önünde tutulduğunda, kayyumların AKP açısından misyonunun HDP’yi saf dışı etmek, legal olanakları tıkamak olduğu görülmelidir"

31 Mart seçimlerinin üzerinden henüz 5 ay dahi geçmeden Van, Amed ve Mardin belediyelerine kayyum atanması, hemen hemen iç ve dış politikadaki her olaya temas edebilecek boyutlarda önemsenmesi gereken bir gelişme olarak karşımızdadır.

Verili politik koşullarda TC’nin Suriye’deki savaşa katılımından ülke içerisindeki yönetim şekline kadar tümüne ruh veren esas öğenin Kürt Hareketi ile yürüttüğü cenkleşme olması gerçeği, güncelde HDP’li belediyelere de yaklaşımını belirlemekte, bu anlamıyla kayyum saldırısı, Sıkıyönetim Komutanlıklarından, OHAL valiliklerinden devrolunan bir siyasal mirasın devamcısı olarak ve sömürgeciliğin bir enstrümanı olarak var olmaktadır.

Saldırının kapsam ve boyutları itibari ile, seçilmişler-atanmışlar ikileminden kayyumların bir önceki dönemden şecereli talancılığına değin birden çok başlık kamuoyunda çokça tartışılmakla birlikte, Kürt Hareketinin ve devrimci-demokrat güçlerin süreci kavrayışı ve direniş olanakları üzerine konuşmak ise çok tercih edilmemektedir.

Burada paradoks esasen 31 Mart’ın da evveline dayanmakta, “çözüm süreci” adıyla işletilen sürecin sonrasında HDP’nin legal siyasal alanda nasıl pozisyon aldığında ve bunun solu ne biçimde etkilediğinde düğümlenmektedir. Zira, bahse konu sürecin, Kürt Hareketini hem büyük oranda legalize ettiği, hem de mücadele yöntem ve araçlarını deforme ettiği görülmek zorundadır.

Bu hali ile AKP eliyle ikinci kez hayata geçirilen kayyum saldırısı, topyekün bir saldırı konseptinin parçası olmanın da ötesinde bir bozucu etken olmakta, toplumsal muhalefetin direniş perspektifindeki tıkanmayı da deşifre etmektedir.

Kayyum saldırısına nasıl bakmalıyız­?

Bir politik gelişmeyi ele alırken söylenen söz sadece bir kritik olmanın örtesindedir. Neyi nasıl değerlendirdiğin, olayın neresinde durduğunu da karşı hamleyi nerden kurguladığını da belirler.

AKP ve Erdoğan’ın 31 Mart öncesinde meydanlardan “bunlar seçilirse kayyumlar hazır bekliyor” mealindeki konuşmalarından hatırlanacağı üzere, yaşanan saldırı beklenmedik değildir. Yaşanan esasen bir mevzi kaybıdır ve devletin açık avantajlı olduğu alanda tecelli etmiştir.

Şüphesiz süreci hızlandıran yahut yavaşlatan; HDP’nin seçimlerde “AKP olmayan seçeneğe” verdiği desteğin devlete verdiği zarardan Suriye’de YPG’yi geriletememesine kadar, bir dizi gerekçeyi saymak mümkündür. Ancak,  burada dikkat çekici olan şey, bu denli açık gelen bir saldırının karşı hazırlığının olmamasıdır.

Kuşkusuz Kürt Hareketi ve devrimci-demokrat güçler bu noktada tepki koymuştur, ancak bu tepkinin örneğin Kobane Serhildanı ile ölçülemez boyutlarda zayıf olması, üzerine düşünülmesi gereken politik problemlerin olduğuna işarettir.

İlk olarak muhalefet kurgusunu belirleyen politik ele alış problemlidir. Misalen, “seçimle gelenler seçimle giderler” demek verili koşullarda devlete geri adım attırması imkansız bir kurgudur. “Halk iradesine saygı” çağrısı son kertede iradeyi sandıktan çıkan zarf sayısına indirgemeye tekabül etmektedir.

Bu alt metinle karşı muhalefet kurgusu üretildiğinde, sınırları daraltılmış, araçları ehlileştirilmiş bir politik alanla yüz yüze kalmak kaçınılmazdır. Bu nedenle Amed’e atanan ilk kayyum döneminde Amed için cüzzi sayılabilecek müdahalenin 2. Kayyum saldırında daha da gerilediğini söyleyebiliriz.

Bu noktada AKP’nin ise tavrının daha berrak olduğu açıktır. AKP bugün hiçbir hukuki normu yahut anayasal tanımı tanımamakta, olayı bir savaş ve savaşın bir cephesi olarak kavradığını deklere etmekten çekinmemektedir. Zira devletin derdi temelde Kürt Hareketi ile, onun esasta silahlı mücadelesinin Suriye’de yarattığı kazanımlarla ilgilidir. Bu nedenle örneğin sosyalist belediyecilik yapan Dersim Belediyesi’ne değil özgün çok az girişimi olan Kürdistan Belediyelerine saldırmıştır.

Türkiye Partisi mi, Türkiye’deki parti mi?

Tariflemeye çalıştığımız bulanıklığın kaynağı, esasen HDP’nin siyasal pozisyonunun yarattığı bozulma ile müteşekkildir. Burada aslında bahsettiğimiz şey, kökü “çözüm süreci” diye adlandırılan sürece kadar giden bir tasfiye etme girişiminin Kürt Hareketi saflarındaki etkileridir.

Bahse konu süreçten beri Kürt Hareketinin kitlelerle teması en kolay olan bölüğünün mücadele yöntem ve araçlarını bu alanlarla sınırlaması seçim dönemlerine büyük oranda sıkışmış bir partisel faaliyete HDP’yi erdirmiştir.

Buna ek olarak, çıkış döneminde Kürt sorununa ülkenin batısında muhatap olmak vb kaygılarla kurulan HDP; gelinen aşamada, özellikle 31 Mart seçimlerinde de görüleceği üzere AKP’yi geriletme adına kendisine neredeyse hiçbir pozitif bakiye bırakmayan bir eylemsel alana sıkışmıştır. Burada kastımız, etki gücünden ve AKP’ye verdiği zarardan bağımsız olarak, politika hedefinin varlık gerekçesi ile çelişmesidir.

Kökü Kürdistan olan ve politik faaliyet hedefleri de temelde bu bölge ile sınırlanan bir hareketin bugün “ülkeyi demokratikleştirmek” gibi bir söyleme erişmesi yeniden Türkiyelileşme açılımlarında bulunması kendi sırtını boşaltmak dışında bir işe yaramayacaktır.

Şu hali ile ve özellikle Demirtaş gibi, Sabahat Tuncel gibi, Hasip Kaplan gibi kadrolarında çeşitli gerekçelerle safdışı kalmasının ardından HDP’nin politik pratiğini batılı aydın refleksi ile sınırlandığını rahatça söyleyebiliriz Bu noktada devrimci demokrat güçlerin ise, şu ya da bu gerekçe ile saf tuttuğu cenkleşmede, bu etkinin yansımalarından pay almadıklarını söylemek ise gülünç olacaktır.Ve hatta denebilir ki, kimi sol neredeyse HDP’den de fazla etkilenmiş, ikirciksiz bujuva siyasal kulvarda at koşturur olmuştur.

Konuyu yeniden kayyumlara döndürürsek, esas hedefin HDP’den alınan bir intikamdan fazlası olarak Hareketin silahlı güçlerinin kazanımlarına ve özellikle Suriye’de attığı tüm adımları etkileyen YPG gerçeğine yöneldiğini görmek gerekmektedir.  Bu hali ile HDP’nin kuşkusuz bir intikamın muhattabı; lakin ana hedefi değildir.

AKP’ye ne kalır?

Bitirmeden söz söylememiz gereken bir diğer konu ise AKP’nin buradan kendi cebine ne aldığıdır. Açık olan şudur ki, kayyum saldırısı AKP’nin Kürt Sorunu perspektifinde yeniden bir “çözüm süreci” yürütecekse bunu HDP’siz yürüteceğini göstermektedir.

Kürt Hareketi kendi temsilini HDP’ye devrederek yürüttüğü bir önceki süreçten güçlenerek çıkmıştır. HDP’nin yaşadığı eksen kaymasına rağmen hanesine kattıkları göz önünde tutulduğunda, kayyumların AKP açısından misyonunun HDP’yi saf dışı etmek, legal olanakları tıkamak olduğu görülmelidir.

Bu noktada özellikle son süreçteki açlık grevi direnişinde HDP ile görüşmeyen AKP’nin Öcalan ile bir üniversite hocasını görüştürerek açıklama yaptırması buna örnektir.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu