Makaleler

Kuru bozkırda bir kıvılcım: KAVEL DİRENİŞİ…

“İşime karım dedim

karıma kavel diyeceğim

ve soluğum tükenmedikçe

bu doyumsuz dünyada

güneşe karışmadıkça etim

kavel grevcilerinin türküsünü

söyleyeceğim.”

Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’e bu dizeleri yazdıran olay, 1963’te İstinye’de bulunan Kavel Kablo Fabrikası’ndaki direniştir. Bundan tam 50 yıl önce gerçekleşen direniş, ülkemiz sınıf mücadelesi tarihinde simgesel bir anlama da sahiptir. Kavel direnişini anlatmadan önce, onu var eden süreci ve ülke gerçekliğini tartışmak simgesel anlamını açığa çıkartmak açısından daha anlamlı olacaktır.

Kavel direnişini açığa çıkartan süreç; 1960 darbesi sonrasında oluşan “demokratik” ortamla birlikte var olmuştur. 1917 Ekim Devrimi ve 1949 Çin Halk Devrimi’nin ardından dünyada sosyalizmden ve ezilen halklardan yana esen rüzgarın da etkisiyle emperyalistler önce faşist yönetimlere başvurmuş, ancak bu emperyalizmin somut ihtiyaçlarına cevap olamadığı ve Avrupalı emperyalistlerin gerileyerek ABD emperyalizminin daha hakim hale gelmesi ile Keynesyen politikalar özellikle devrimin fırtına merkezleri olan yarı-sömürge ülkelerde ön plana çıkarılmıştır. Emperyalist krizin de yaşandığı bu süreçte ezilenlerin taleplerinin sınırlandırılması için çeşitli hak kırıntılarının tanımlandığı sözde demokratik bir ortam, egemenler eliyle yaratılmıştır.

İşte Kavel direnişi; egemenlerin yarattığı böylesi bir ortam içerisinde mayalanmış, bu süreçte sözde demokrasinin göstermelik hak kırıntılarını parçalamıştır. ’60 Anayasası’nın 47. maddesinde tanımlanıp yasa çıkartılma sözü verilirken, İş Kanunu’nda yasaklanan grev hakkının yasallaşmasını sağlayan bir grevdir Kavel. Ülkemiz sınıf mücadelesini ivmelendiren bir kıvılcım olarak karşımıza çıkmaktadır.

1954 yılında Emin Aktar, Vehbi Koç ve Eli Burla tarafından kurulur Kavel fabrikası. Fabrikada çalışan ve Maden-İş Sendikası’nda örgütlü olan 173 işçi; 1957 yılından beri verilen yıllık ikramiyelerin kesilmesi üzerine üç temsilciyi patronla görüşmek üzere gönderirler. Patronun tepkisi ise; gelen temsilcileri ve Maden-İş Sendikası Şişli Şube Başkanı’nı ve sendikanın işyeri baş temsilcisini işten çıkarmak olur. Daha sonra da patron; işçilere sendikadan ayrılmaları yönlü baskı yapmaya başlar. İşçiler ise işten çıkarmaları ve baskıları protesto etmek için 28 Ocak 1963 günü tezgah başında beş günlük oturma eylemi başlatırlar. 10 işçiyi daha işten çıkaran patron, İş Kanunu’ndaki grev yasağını arkasına alıp, “lokavt hakkını” kullanır. İşçiler de fabrika önünde çadır kurup direnişe geçerek karşılık verirler bu saldırıya. 14 Şubat’ta “demokrasinin temsilcisi” ve patronun koruyucusu polis devreye girer. “Dağılın” der polis. Sonra da bugünler de hemen her işçi direnişinde yaptığı gibi “uyarısına uymayan işçilere” saldırır.kaveeel

Saldırıda 9 işçi yaralanırken, polise karşı geldikleri iddiasıyla 29 işçi hakkında tutuklama kararı çıkarılır. 2 Mart günü ise; kablo yüklü kamyonların fabrika dışına çıkarılmasını engellemek için yola barikat kuran direnişçi işçilerin eşleri de polis saldırısına uğrar ve birçoğu yaralanır. Durum üzerine “olaya el atan” Başbakan Yardımcısı Turhan Feyzioğlu ve Çalışma Bakanı Bülent Ecevit’in “araya girmesiyle” Türk-İş ile Türkiye İşveren Konfederasyonu (TİSK) arasında bir anlaşma imzalanır ve işçiler işbaşı yapar.

Kavel Kablo’da direnişin sona ermesinin ardından gelişen süreçte 12 işçi tutuklanırken 52 işçi ile ilgili 5 ayrı dava açılır. İşçilere “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet”, “polise mukavemet”, “mesken masuniyetini ihlal” vb. suçlamalar yöneltilir. Peki, durum böyle mi biter? Hayır!

10 Haziran’da tutuklu 6 işçinin serbest bırakılmasından sonra yeniden başlayan işten çıkarmalar üzerine fabrikanın kaplama dairesindeki 30 işçi toplu halde iş bırakır. Bu eylem nedeniyle duruma el koyan Sıkıyönetim, 6 işçiyi gözaltına alır ve 5 işçiyi “grev kışkırtıcısı” olmakla suçlar! Kavel işçilerinin bu ısrarlı mücadelesi, ekmek kavgası grev hakkının yasallaşmasına yarayan ve kamuoyunda “Kavel Maddesi” olarak da bilinen yasal düzenlemenin 15 Temmuz 1963’te kabul edilmesi ile devam eder. 24 Temmuz 1963’te yürürlüğe giren 275 Sayılı Yasa’da yer alan ve yasadan önce yapılan grev nedeniyle haklarında takibat yapılan işçilerin davalarının düşmesi sağlanır. Direnişin kazanımlarla sonlanması ile birlikte, yarattıkları ve sonraki sürece bıraktıkları ile Kavel direnişi, ülkemiz sınıf mücadelesi tarihinde simgesel bir yerin sahibi olur.

Sendikalar ve sendikal mücadele üzerinde de ciddi bir etki ve tabandan bir zorlama yaratmıştır Kavel Direnişi. Direniş süreci boyunca; işçilerin örgütlü olduğu ve zaten egemenlerin “sınıf mücadelesinin gelişme ihtimalini” dizginlemek için 1952 yılında kurdurduğu Türk-İş sendikasının pasifist ve uzlaşmacı tavrı tepki çekmiş ve bu temelde de durumu protesto etmek için, Türk-İş Güney Bölgesi’ndeki 23 sendika başkanı ve 45 yönetici 27 Şubat 1963’te Türk-İş’ten ayrıldıklarını ilan etmişlerdir. Bu süreç; daha sonra 1966 Paşabahçe grevi ile birlikte DİSK’in kuruluş sürecinin de ilk adımları olmuştur.

Süreç itibari ile, işçi sınıfına yönelik saldırıların yoğunlaştığı bir dönemden geçmekteyiz. Bir yanıyla krizin etkilerinin had safhaya çıktığı, yoksulluğun ve işsizliğin her geçen gün daha da arttığı; diğer yandan da işçi sınıfına yönelik saldırıların geri püskürtülmesinin başarılamadığı bir dönem bahse konu olan. AKP eliyle, Torba Yasa, Kıdem Tazminatı hakkının kaldırılması, Özel İstihtam Büroları ve son sendikalar yasası ile birlikte, örgütsüz-güvencesiz bir çalışma ortamı her geçen gün biraz daha fazla inşa ediliyor. Sürece ilk elden müdahil olması gereken sendikaların ise; sistemle kol kola imzaladığı yasalar kamuoyunun malumu. Böylesi bir dönemde, Kavel direnişinden öğrenmek; kararlılığından ders çıkarmak, ilk olmasının cüretini kuşanmak, işçilerin sendikal bürokrasiyi alt-üst eden duruşundan feyz almak iki kat önemli hale gelmiştir. 50. yılında Kavel ateşi yanmaya ve yakmaya devam etmektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu