Güncel

Köpekleri salıp, taşları bağlamak! (Makale)

Bilinen bir hikayedir. Köylünün biri kuşluk vakti giriş yaptığı köyde karşısına çıkan köpeklere taş atmak isteyip eğildiğinde soğuktan donmuş taşları yerden alamayınca “yahu ne garip köy, itleri salıp taşları bağlamışlar!” der

3. Yargı Paketi olarak adlandırılan ve özellikle iktidar yanlısı burjuva-feodal medya tarafından “reform” olarak propaganda edilen yasal düzenleme sonucunda, faşist katillerin salıverilmesi kamuoyunda tartışıldı. Yine bildik kimi solcu eskileri ve liberaller ile onlara öykünen bazı solcularda oluşan halet-i ruhiye genel olarak “itleri salıverme” duygusuydu. Nitekim tam da bu nedenle “vicdan” ve “adalet” çağrısı yaptılar. Tabii bir de buldukları her fırsatta devrimcilere ve özellikle de silahlı mücadeleye saldıranların “hesap soracağız” beyanları içinde bulunmaları garip bir durum oluşturuyordu. Kendisine ilericiyim, solcuyum diyenler tarafından “katiller affedildi, vicdanlar yaralandı” denilerek halk düşmanı faşist katillerin salıverilmesi eleştirildi. Hatta Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay “uygulamanın bilmeden ortaklarından biri olarak vicdan azabı yaşıyorum” açıklamasında bile bulundu. Bu türden açıklamaları, gerçeği yansıtmadığı için ciddiye dahi almamak gerekir.

Ancak tüm bunların yanında faşist katillerin birer birer salıverilmesi esnasında, burjuva-feodal medyada faşist katillerle devrimcilerin karşılaştırılması yapıldı. Geçmişte bu faşist katillerin işledikleri cinayetler ile TKP/ML’nin ve diğer devrimci örgütlerin eylemleri karşılaştırıldı. Yine geçmişe yönelik toplu bir günah çıkarma ayini gerçekleştirildi ve geçmişin kötü örnekleri olduğu, bu nedenle de “adil” davranılması gerektiği dillendirildi.

Özellikle, devletin faşist katilleri serbest bırakmasını teşhir etmek adına, son yıllarda bazı veçhelerini sıklıkla görmüş olduğumuz üzere devrimcilerin çeşitli güçler tarafından kullanıldığı propaganda edildi. İfade etmeye gerek yok ama yine de söylemekte mahsur yok. Geçmişte de bugün de devrimciler kimse tarafından kullanılmamıştır. Bu tür ifadelerde bulunanlar genellikle kullanılmış olan halk düşmanı, faşist katillerdir. Geçmişte ve şimdi çok açık bir şekilde maşa olarak halka saldırıda kullanıldıklarından dolayı herkesi kendileri gibi sanmaktadırlar.

Tabii bir de faşist katillerin salıverilmesinden kaynaklı olarak bazı çevrelerde ortaya çıkan hayal kırıklığına işaret etmek gerekir. Onlar ülkemize “ileri demokrasi” geldiğine inandıklarından şaşırıyorlar yaşananlara. Bir yandan adalet, vicdan çağrısı yaparlarken diğer yandan “AKP faşizmini” keşfediyorlar! Oysa ülkemize faşizm yeni gelmedi. TC’nin kuruluşundan itibaren faşist diktatörlük olduğu tezi bu topraklarda yeni ortaya atılmadı. Öğrenmek isteyen illa da sosyal pratikten test etmek zorunda değil. Ülkemiz topraklarında Proletarya Partisi kırk yıldır bu gerçeğe işaret etmektedir. Bir nebze olsun gerçeklerden hareket eden, gerçeklerin devrimciliğine vurgu yapanlar faşizm gerçeğinin TC gerçeği olduğuna vakıf olabilirler.

Devlette Devamlılık Esastır!

Tüm bunları propaganda edenler bilmiyor mu ki, TC devleti kendi evlatlarına vefa borcunu ödüyor! Ve yine hiç mi haberdar değiller, bir zamanların muktediri şimdinin “mazlum”u S. Demirel’in “bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” lafını. Bu arada görüldüğü üzere Türk devlet geleneğinde “devamlılık esastır” ilkesinin başarıyla sürdürüldüğü de anlaşılıyor.

Aslında 3. Yargı Paketine eklenen bir yasa önerisiyle gerçekleştirilen faşist katillerin salıverilmesinden de öte burada bir zihniyet devamlılığından, faşist diktatörlüğün sürekliliğinden bahsedilmelidir. Nitekim yaşanan da bu gerçeğin teyit edilmesinden başka bir şey değildir.

Aslında ortada bir reform da yoktur. Yapılan bir “ceza ertelemesi”dir. Özellikle TC devletinin başta Kürt ulusunun mücadelesi olmak üzere Türkiye halkına karşı gerçekleştirdiği saldırganlığın sonucunda onbinlerce kişinin hapishanelerde tutsak edilmesiyle ortaya çıkan tablonun ötelenmesi hedeflenmiştir. Bu tablo öyle bir tablodur ki, TC devleti dünya listelerinde ilk sıralardadır. Önüne geleni, her hak arayanı, en küçük demokratik talepte bulunanı dahi “terörist” olarak değerlendirip hapse attığından ortaya çıkan sonuçların altında ezilmemek için “yargı reformu” adı altında esas olarak “ceza ötelemesi”ni gündemine almıştır.

Aslında bu durum bile TC’nin faşist karakterini ve sürekliliğini gösterir niteliktedir. Bu yasal düzenlemeyle bir yandan faşist katiller serbest bırakılırken, diğer yandan en küçük demokratik hakkını kullananlar ise “suçlu” oldukları ön kabulüyle bir daha suç işlememek şartıyla salıverilmektedir. Tabii burada bilhassa devrimci örgütlenmeler ve özellikle de silahlı mücadele anlayışını savunanlar açısından bir değişiklik olmadığını hatırlatmak gereksizdir sanırız. Halihazırda silahlı mücadeleyi savunan anlayışlar, TC devletinin gerçek anayasasında öncelikli tehdit unsuru olmaya devam ediyorlar.

Yeri gelmişken yeni anayasa hazırlıklarında TC devletinin kırmızı kitapçığının (Milli Güvenlik Siyaset Belgesi) değiştirilmesinden kimse bahsetmediğine göre demek ki bir değişiklik olmayacak! O zaman bu anayasa kumpanyasının hevesli seyircisi olmanın ne anlamı var! Ancak ve ancak TC devletinin niteliğini doğru tahlil edemeyenler, gerçeklere gözlerini kapayanlar yeni anayasadan medet umabilir.

Saldırıların Düzeyi Mücadelenin Boyutuyla Orantılıdır!

3. Yargı Paketi adı altında propaganda edilen bir diğer “demokratikleşme” adımı ise yıllardır devrimcilerin, halkın mücadelesi üzerinde terör estiren eskinin DGM’leri, onların yerine kurulan ÖYM’lerin kaldırılması oldu. TC devleti bir yandan kendi içindeki klik dalaşının da bir sonucu olarak Özel Yetkili Mahkemeleri kaldırırken yerine aynı görevleri sürdürecek yeni mahkemeler kuruyor. Üstelik de bu mahkemelerin sayısını artırıyor. Aslında burada da bir devamlılık söz konusudur. Yani TC devleti tıpkı kuruluşunda olduğu gibi özü olan faşist karakterinin icracısı İstiklal Mahkemelerini günümüz koşullarında güncelleyerek “yeni” Ağır Ceza Mahkemeleri olarak yeniden üretmektedir. Tabii bunu tam da ülkemiz koşullarına uygun olarak “reform” adı altında yapmaktadır.

Halkımızın tarihsel tecrübesiyle fazlasıyla sabittir ki, bu topraklarda ne zaman reform lafı edilse orada halka karşı saldırı vardır. Reformlar ya halkın haklı ve meşru mücadelesi sonucunda sıkışan hakim sınıfların manevra alanı yaratmak için gündeme getirdikleri ve zamanla içeriğini boşalttıkları bir kavram olmuştur ya da tıpkı günümüzdeki gibi halka karşı dizginsiz bir boyut kazanan saldırıların kamufle edilmesi amacıyla propaganda edilmiştir.

Yargı reformu adı altında propaganda edilen yasal düzenlemelerin gerçekte pek bir değişiklik içermediği kısa sürede anlaşılacaktır. Bu yönlü beklenti içinde olanlar yeniden “AKP faşizmi”ni keşfedeceklerdir. Yaşayıp göreceğiz. Bizler öteden beridir reformlar için mücadeleyi reddetmedik. Ama her daim reform mücadelesini devrim mücadelesine tabi kılmayı savunduk. Doğru olan budur. Günümüzde yaşananların ise reformla ilgisi yoktur.

Aslında tüm bu yaşananlar TC devletinin halka karşı saldırısındaki dizginsizliğini ortaya koymaktadır. TC devletinin bu saldırganlığında birinci öncelik Kürt ulusal mücadelesidir. 14 Temmuz Amed Direnişi ezilen bağımlı bir ulusun, ulusal tahakküme karşı isyanının somut göstergesidir. Günümüz koşullarında Kürt ulusunun demokratik taleplerini desteklemek ve bizzat pratiğimizin öncelikli konusu olarak ele almak olmazsa olmazdır. Tabii sorunun gerçek çözümünün ancak ve ancak Demokratik Halk Devrimi’yle, Yeni Demokratik Türkiye koşullarında olacağının da propaganda edilmesi, pratiğimizin bu doğrultuda olması gerektiği akıldan çıkarılmadan; TC faşizmine vurulacak en etkili darbelerin, onun şu an “kanayan yarası”, aşil topuğu olan Kürt ulusal sorununda açığa çıktığı görülmelidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu