GüncelMakaleler

DENEYİM | Nasıl yandığı belli olmayabilir ama kimin söndürmediği ortada

Yangın söndürme çalışmalarına katılan bir Yeni Demokrat Gençlik (YDG) okuru gözlemlerini yazdı

Uzun süredir orman yangınları Ege-Akdeniz kıyı şeridinin birçok noktasını sarmış durumda. Gelinen aşamada binlerce hektarlık orman kül oldu. Orman canlıları, yuvalarından ve canlarından oldu. Yangın bölgesinde hayatını kaybedenler ve maddi manevi zarara uğrayan insanlar oldu.

Yangının başlamasının ardından günler geçmesine karşın etkili bir müdahalenin yapılmadığı sosyal medyadan duyurulmasıyla, orman yangınları meselesi birçok insanın odak noktası haline geldi. Bu odak sadece pasifte değildi, her türlü engellemeye rağmen yangın alanlarına akın eden yüzlerce insan vardı.

Biz de doğanın göz göre göre yok edilmesine seyirci kalamayarak soluğu Marmaris’te aldık.

Yola çıkmadan önce elde olan bilgilere göre yollarda sivil faşist grupların “çevirme” yaptığı, etrafta “suçlu” aradıklarına dair veriler vardı. Bu bilgilerin doğruluk payı bazı bölgeler için vardı bazı bölgeler için ise yoktu.

Devletin uzun süredir şovenist histeriyi körüklediği ve her koşulda buna yeni yöntemler bulduğu bir sürecin içerisindeyiz. Halkları birbirine düşman ettirmenin uzun süreli politikasının bir parçasıyla karşı karşıyayız. Bir yanda Kürt olduğu için linç edilen ve öldürülen insanlar bir yanda ormanlarının yanmasının failliği üzerinden yönlendirilen, Ege-Akdeniz halkı! Ülkede her türlü olumsuz işin altında aranan Kürtler-Suriyeliler son zamanlarda da Afganistan’dan gelen mülteciler oldu. Karşı bir duruş sergilenmediğinde hakim sınıfların isteği doğrultusunda ezilenler, günah keçisi görülmeye devam edecek!

Şovenizme karşı duruş, yangın bölgesinde manipüle edilen halka doğru sorular sormaktan, doğru cevaplar vermekten geçmektedir. Nasıl yandığı belli olmayabilir ama kimin söndürmediği ortada. Bu gerçeklik basit olduğu kadar bölgedeki insanlar için en somut nokta…

“Bu gençler gönüllü olarak taa nerelerden gelmişler”

Marmaris’te bizi ilk karşılayan yoğun bir is kokusuydu. Yangın bölgesine yaklaştıkça bir zamanlar buranın yeşillik olmasının aksine araziye sonradan yerleştirilmiş gibi duran ağaç gövdelerinin ürpertici görüntüsüne tanık olduk. İnsanı ürperten sadece kül olmuş ormanlar değil bunu engellemeyen, yeterli değeri vermeyen sistemin bulunduğu noktadır.

Alana ulaştığımızda oldukça olumlu tepkilerle karşılaştık. Köylülerin “bu gençler gönüllü olarak taa nerelerden gelmişler” sözlerini defalarca kez duyduk. Ellerinde bulunan tüm imkânı yangın söndürme faaliyetine kullandıkları gibi bizlerle de paylaşıyorlardı. Yurt genelinde yapılan çağrılar karşılığını bulmuş teknik ekipmanından yemeğine tüm çalışanlar için seferber edilmişti. Yoldan geçen tüm araçlar işleri ne olursa olsun gerek malzeme taşınmasında gerekse insanların taşınmasında oldukça fedakâr ve istekliydi. Böylelikle işler daha kolaylaşmıştı. Benzer birçok örnek doğrultusunda bölgedeki halk arasında gözle görülür bir bütünleşme, içtenlik ilk olarak hissedilenlerdi.

Çalışmaya ilk başladığımız alan Hisarönü-Orhaniye arasındaki asfalt yol kenarından yangının dağın zirvesinden aşağıya inmesini engellemek amaçlıydı. Bu amaca dair hazırlık yapıldı arozözler mümkün olduğu kadar dağa yaklaştırılıp hortumlar açıldı ve alevler gelmeden soğutma yapılmaya başlandı. Tecrübesiz olmamız nedeniyle yetkililerin gönüllü gelen insanları yönlendirmesi beklenirken kısa sürede anlaşıldı ki yetkililer ne bu niyetteler ne de bu potansiyele sahipler. Arozöz hortumlarıyla yol kenarından 100-150 metre uzanabilen bir hattı alevlerden savunabiliyorduk. Yanan alanla karşılaştırıldığında neredeyse hiçbir değeri yoktu.

Çalışmadaki bu yaklaşım bir yandan işin riskinden kaynaklandığı düşünülürken daha sonra anlıyoruz ki bu çalışmanın yangını söndürme gibi bir amacı hiç olmamış. Aslına bakarsak, yangını karadan söndürmek zaten mümkün değilmiş. Çözümün havadan müdahaleye odaklandığı anda ise ne helikoptere ne de uçağa rastlayamadık. Alandaki tüm insanların beklentisi havadan müdahale iken bu müdahale ya çok geç geldi ya da eksikti. Marmaris’teki yangın durana kadar hava araçlarının işlevi yangını söndürmek değil bir miktar yavaşlatmak oldu.

Alevler kontrol altına alındı denmesinin trajik yanı yanacak ormanın kalmayışındaydı

Günlerce uçak lazım diye çağrılar yayınlayan gerek ünlüler gerekse bölgedeki insanlar provakasyoncu olarak teşhir edilirken asıl teşhir olanın devletin kendisi olduğuna değinmek gerekir. Bu ülkede deprem olur suç ölenlerdedir, bu ülkede ekonomi çöker suç dış mihraklardadır, ormanlar yanar suç belediyelerde ve Kürtlerde olur. Ama kesinlikle devlet kurumlarının hatası olmaz. “Mega” devletin nasıl hatası olabilir ki. Mesela hatasız şekilde işçilerden, emekçilerden vergisini alabiliyor. En güzel, en lüks arabaları jetleri tahsis edebiliyor. Yangın söndürme uçakları ise bakımı yapılacağı yerde tutumlu devletin tasarrufu sayesinde hangarda dinlendiriliyor…

Sistemle kan uyuşmazlığının çelişkisi

Devletin büyüklüğü küçüklüğü bir yana yerel halk devletin orada olmadığının farkında ve bunu dillendirmekten de çekinmemekte. Ne gelen bakanların ne de kaymakamın halk nezdinde etkisi kalmamıştı. Lüks oteller bir şekilde alevlerden korunabilirken köylülerin evleri, hayvanları alevlere teslim edilmişti. Hibe verileceği vaatleri bir lütufmuş gibi sunulması halkta iktidar nezdinde olumsuz etki yaratmış ve öfkeyi körüklemiştir. Kitle için geçerli olan doğalarının korunması idi.

Çalışma boyunca devletin doğa karşısındaki konumlanışının yağma olduğu tekrar tekrar anlaşılırken halkın gücüde ortadaydı.

Birlikte hareket eden insanların istediklerinde ne zorluklar başarabileceğinin somut tarihi yaşanıyor. Bir yandan vatanım devletim denilirken somut olarak sistemle kan uyuşmazlığının çelişkisi yaşanıyor. Doğasını korumak adına tehlikeye atılan insanlar, yeri geldiğinde ne jandarmayı ne kaymakamı dinliyor, arozöz kaçırıp kendi müdahalesini yapabiliyordu. Arozöz hortum verilmediğinde kovalarla dağa su taşıyarak ellerinden geleni yapmaya çalışan kitlenin kendilerinden başka çözüm üretenin olmadığına hep birlikte tanık olduk. Tek bir arozözle saatlerce, traktörlerle taşınan sularla çalışma yapması ne çılgınlık ne gözü karalıktı. İnsanların değer verdikleri şeyi korumanın kaçınılmaz yoluydu.

Elbette kovalarla alevleri söndürmek mümkün değildi. Yine de oraya gelen insanların hepsinin, en azından birkaç ağacı, hayvanı kurtarmak gibi bir derdi vardı. Bu dert uğruna birçok gönüllünün normal yaşamında sarf etmediği eforu orada sarf ettiğine tanık olduk. Çoğunluğunun gençlerden oluşan gönüllülerin belki de hiç gitmediği, ayak basmadığı dağlara, omuzlarında yangın tüplerini çıkarması yorumlamaya ve açıklamaya değerdir. Meseleye birkaç ağacı, hayvanı kurtarmak olarak giriş yaptıysak da anlatılması gereken daha fazlası… Güvencesiz yaşamanın olağan hale geldiği bir ülkede özellikle gençler açısından ekonomik-sosyal alanların yok edildiği koşullarda, ekolojik tahribatın karşısında durmak ayrıca elzem hale geldi.

Ekoloji savunması yapmanın “teröristlikle” bağdaştırıldığı günlerde ekoloji için bu denli seferberliğe girişmek, devletin bakanlıklarının yapmadığı işi teşhir edercesine “biz yaparız” demek bulunduğu pozisyon itibariyle bir yanıyla mevcut anlayışa, sisteme karşı çıkmaktır. Yaşananlar, bunun cümlelerle anlatılmasına ihtiyaç duymadan pratikteki verilen mesajıdır. Görüyoruz ki mesaj hedefine de ulaşıyor. Bu sebeple gönüllülerin alanlara alınmaması, dağıtılması için ayrıca çaba gösteriliyor.

Son birkaç yıla özellikle damgasını vuran dayanışmalar oldu.

Pandemi dayanışması, deprem dayanışması, üniversite dayanışması son olarak da ormanlar için yan yana gelinen dayanışma. Kapitalist-emperyalist sistem, bir yanıyla insanları ayrıksılaştırıp, insanların bireysel yaşam içinde sürüklenmesini örgütlerken özellikle ileri kitleler yaşamanın ve mücadele etmenin yolunu dayanışmalarda buluyor.

“Yapılan iş rengini nereden alıyor?”… Bu sıraların popüler sorusuna da son olarak cevap vermek gerekebilir.

Yapılan iş rengini, elbette ona katkı sunan, işi omuzlayanlardan alır. Politik özneler işe müdahil olursa kendi rengini verme şansını bulur. İşi omuzlayıp götürdüğünde kendi rengini verebilir. Müdahil olmaktan imtina edildiğinde, geriye rengin nereden geldiği sorgulanıp tahliller yapmak kalır. Her sorunun çözümünü devrime havale etme noktasındaki tarihi hatanın kimi çevrelerde sürdüğünü gözlemleyebilmekteyiz. Bu yaklaşımın politik özneleri kitlelerden uzaklaştırdığı gerçekliğini kabullenip, hatalı yöntemden sıyrılalım. Kısaca kitlelerin içinde olmadan güçlenemeyiz, kitlelerden bağımsız devrim yapamayız. (Kaynak: Yeni Demokrat Gençlik)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu