GüncelMakaleler

ANALİZ | Toprak Gaspının Yeni Adı; “Tarımsal Üretim Planlaması”

Sözleşmeli üretimde çiftçilere verilen tek hak gece-gündüz, yaz kış demeden çalışıp günün sonunda zarar etme hakkıdır.

AKP iktidarının Mart ayında TBMM’den geçirmiş olduğu “Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin devamı olan ve Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan “Tarımsal Üretim Planlaması Taslağı” çiftçiler, köylüler için telafisi olmayan yeni sorunları beraberinde getiriyor.

Emperyalist-kapitalist sermaye birikim rejiminin Türkiye kırsal alanlarında uygulamaya soktuğu neo-liberal serbest piyasa ekonomi politikasının özünü; köylü üretim tarzının tasfiye edilerek yerine endüstriyel tarımın ikame edilmesi oluşturuyor. 1980 sonrası iktidara gelen tüm siyasi partiler bu doğrultuda uluslararası tarım gıda şirketlerinin ülke pazarına sorunsuz girebilmesi için uğraşmış ve bu uğraş neticesinde yasalar-yönetmelikler çıkartarak kırsal alanı tarım tekellerinin ihtiyacına yanıt olacak biçimde şekillendirmeye çalışmıştır.

1980’de Özal hükümeti ile başlayan kırsal alanı çokuluslu tarım gıda şirketlerinin ihtiyacına göre şekillendirme politikası, 1980’lerden 2000’li yıllara kadar geçen 20 yıllık süre zarfında uygulanmış olsa da dünyada ve Türkiye’de egemen sınıfların durumu, devrimci mücadele dinamiklerinin (12 Eylül yenilgisine rağmen) toplumsal canlılığı, halk sınıflarının dağınık da olsa belli düzeyde emek mücadelesinde örgütlü oluşu vb. gibi nedenlerle kırsal bölgelerde uygulanmak istenen neo-liberal tarım politikası, Türk hakim sınıfları tarafından tam anlamıyla hayata geçirilememiştir, AKP’ye kadar.

AKP iktidarının son hazırladığı bu yeni program taslağı, şu ana kadar uluslararası tarım tekellerinin ülke kırsalına hakim olması için yapılan bütün (tarım kanunu vb.) uygulamaların ötesinde sonuçlara yol açacak yeni bir saldırı politikasıdır.

“Tarımsal Üretim Planlaması” hayata geçirilirse bundan sonra köylüler için sözleşmeli üretim dışında başka bir seçenek olmayacak. Sözleşmeli üretimin isteğe bağlı olmaktan çıkartılıp zorunlu üretim modeli haline getirilmesi endüstriyel tarım dışında da bir alternatifin kalmayacağı anlamına geliyor. Kısacası uluslararası ve komprador tarım tekellerinin belirleyeceği koşul ve model dışında başka bir üretim biçimi olmayacak. Şirketlerde esas amaç kâr etmek olduğu için üretilecek ürünlerin seçiminde de belirleyici olan o ürünün ne kadar kâr getirisine sahip olduğu olacaktır.

Bir ürün azami oranda kâr sağlamıyorsa o ürünün üretiminin toplum yararına mı aleyhine mi olduğuna bakılmadan üretimi sonlandırılabilecek. Gıda egemenliği ve güvenliği, özel şirketlere tüm yönleriyle teslim edilecek. Bunlarla birlikte sözleşmeli üretim, çiftçilerin kendi toprağında taşeron, mevsimlik işçilere dönüştürülmesidir. Sözleşmeli üretimde şirketler, çiftçilerin hangi ürünü, nerede, ne zaman ve ne kadar üreteceğine karıştığı gibi, o ürün için tohumu nereden alacağına ve hangi tarihte ekeceğine de karışıyor.

Benzer bir biçimde kimyasal gübre ve zirai ilaç kullanım şekline ve oranına da karışıyor, sulama yöntemine de. Yani ürünün ekim tarihi ve biçiminden, hasat tarihine kadarki tüm aşamalar şirketler tarafından belirleniyor. Çiftçinin, ekip biçtiği tarlasındaki ürün üzerinde söz hakkı kalmıyor.

Tarımın kazananı şirketler!

Sözleşmeli üretimde çiftçilere verilen tek hak gece-gündüz, yaz kış demeden çalışıp günün sonunda zarar etme hakkıdır. Tarımsal üretim sürecinde tohum, gübre, ilaç, üretici tecrübesi, emek yoğunluğu vb. şeyler planlansa bile dışsal koşullar (yangın, kuraklık, aşırı yağış, sel, don, heyelan vb.) üretim verimliliğinde temel belirleyen etken olur. Çiftçiler, şirketlerle yaptığı sözleşmenin tüm hükümlerini yerine getirse de hasat öncesi yaşanacak bir doğa olayı tüm emeğin bir anda yok olmasına neden olabilir.

Köylü sözleşmede belirtilen tarihte ürününü fabrikaya veya tüccara teslim etmediği takdirde sel olmuş, yangın çıkmış, kuraklık olmuş vs.’ye bakılmadan şirkete tazminat ödemek zorunda kalabilir. Veya iklim koşullarının iyi gitmesiyle üretim artmış olabilir, bu defa da şirket köylülerin elinde zaten bol miktarda mal var diyerek ürünü çiftçilerden sözleşmede yazılı olan fiyatın çok daha altında bir fiyatla satın almaya çalışabilir.

Bir başka yerden ucuza alıp sözleşme yaptığı üreticiden hiç almayabilir de. Kırsal bölgelerin dağınık ve örgütsüz oluşuna karşı şirketlerin az sayıda ve örgütlü olması nedeniyle sözleşme hükümlerini şirketler istedikleri gibi belirleyip ihlal edebiliyor. Yasa hükümleri şirketlerin lehine düzenlendiği için günün sonunda kazanan en başından belli oluyor, “kasanın hep kazanması” gibi.

Tarım ve Orman Bakanlığı, sürecin nasıl sonuçlanacağını en başından bildiği için “Tarımsal Üretim Planlaması”nda bunu da düşünerek iflas eden çiftçilerin üretimden çekilmesi halinde toprağına da el koyabilecek. Tarım Bakanlığı, sözleşmeli üretimi zorladığı üreticinin iflas etmesi halinde veya başka bir gerekçeyle ekilmeyen tarım arazisine el koyarak başkasına kiraya verebilecek. Buradaki “başkası”nın şirketler olacağı muhakkak. Tarımsal Üretim Planlaması, çiftçileri önce iflasa sürükleyecek sonra toprağına el koyacak şekilde hazırlanmış bir yıkım projesidir.

Son 20 yılda 3.5 milyon hektar civarı tarım toprağı artık köylüler tarafından ekilip biçilmiyor, köylüler tarım arazilerini boş bıraktığı için zaman içinde topraklar, tarımsal vasfını yitirmeye başladı. Köylerde göç nedeniyle nüfus azaldı.

Tarımsal üretimde yaş ortalaması 55’in üzerine çıktı. Yaşlılardan oluşan bir kırsal yapı oluşmaya başladı. Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin (TZOB) verilerine göre, “Türkiye’de güncel çiftçi sayısı 5 milyon 162 bin. Bunun % 82’si erkek, % 18’i kadınlardan oluşuyor. Kayıtlı toplam çiftçilerin yaş ortalaması 58, sisteme kayıtlı çiftçilerin % 34’lük kısmı 65 yaş ve üzeri, % 34.6’lık kısmı 50-64 yaş arasında bulunuyor. Çiftçilerin % 26.4’ü 33-49 yaş arası, 3.8’i 25-32 yaş arası ve % 1’i 18-24 yaş arasındadır.”

Görüldüğü gibi çiftçilerin % 68.4’ünün yaşı 50 ve üzeri. 32 ve altı yaş oranı ise sadece % 4.8.

Kapsamlı ve ağır sonuçları olan bir saldırı süreci kapıda

Uluslararası sermayenin çıkarlarını önceleyen neo-liberal Tarımda Reform Uygulama Projesi’nin (TRUP), AKP tarafından istikrarlı bir şekilde uygulamasının doğal sonucu olan kırsal yapıdaki değişim, basit bir yaşlanan köylü nüfusu istatistik sorunu değildir.

Gençlerin köylerden ekonomik ve sosyal barınma alanlarını yitirip kentlere göçmesi ve oralarda güvencesiz koşullarda çalışıp işsizler ordusuna katılması her yönüyle sermaye sınıflarının işine yarıyor. Kapitalist sermaye birikim rejimi için şehirlerde ucuz iş gücü yığınakları oluşurken köylerde yüzlerce yılda oluşmuş olan tarımsal hafızanın, tecrübe birikiminin yok olması ve tarımsal üretim sürecinin tüm aşamalarının tarım şirketlerinin elinde toplanmasıyla sonuçlanan bir süreç yaşanıyor.

(Burada kısa bir parantez açıp, şu bilgiyi verelim; ABD ve Avrupa gibi emperyalist kapitalist ülkelerde de tarımsal üretim faaliyeti içinde olanların yaş ortalaması (60 civarı) yüksektir. Fakat oralarda teknolojik gelişmişlik düzeyinin tarımsal üretimde aktif olarak kullanımı yaş faktörünü amorti edebiliyor Türkiye’de ise yaşlanmak demek emek sürecinden, üretimden “düşmek” anlamına gelir. Bir taraf yaşlansa da üretim devam edebiliyorken diğer taraf yaşlandığında üretim düşüyor.)

Tüm bunların üstüne köylülerin topraklarında neyi ekip biçeceğine bakanlığın (yani tarım tekellerinin) karar verecek olması küçük üreticilerin zar zor elinde tuttuğu toprakları da kaybedeceği anlamına geliyor. Bu defaki saldırı şu ana kadar yapılmış olanlardan daha kapsamlı ve ağır sonuçlar doğuracak bir süreci başlatıyor (hayata geçirilirse).

Toplumsal mücadelenin zayıflığı, köylülerin/küçük üreticilerin dağınık ve örgütsüz oluşu uluslararası sermayenin işini kolaylaştırıyor. Ama bu topraklarda binlerce yıldır kesintisiz bir biçimde tarımsal üretim yapılıyor. Aynı zamanda bu topraklar ezilen halk sınıflarının toplumsal-sosyal mücadelesinin tohumdan başağa durmasına da defalarca tanıklık etmiştir. Bugün tohumun özünden aldığı su zayıflamış olsa da toprak hala verimli ve üretkendir.

Emperyalist-kapitalist sermaye birikim rejiminin saldırıları başta köylük bölgelerde işçi ve köylü ekseninde örülecek birlikteliklerle DHD perspektifiyle geri püskürtülebilir. Köylüler, çiftçiler kendi öz örgütleri olan kooperatif ve sendikalarda örgütlenerek emperyalist tekellerin ve onların işbirlikçilerinin saldırısını püskürtebilir.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu