Güncel

Gözaltında Newroz izlenimleri-2

Newroz çatışmalarında gözaltına alınan bir gazetecinin kaleminden

Sözcüklerin yetersiz kaldığı bir gündü 18 Mart.

İstanbul’daki Newroz kutlamalarına Özgür Gelecek gazetesi muhabiri olarak katılmıştım. Ve saat 12.30’da gözaltına alındım, diğer muhabir arkadaşımla (Perihan Erkılıç) birlikte.

Gözaltına alınmadan önce oraya gelen kitleyle 2 saat kadar birlikte zaman geçirme “şansım” oldu. Zeytinburnu’nundaki; coşku, öfke ve kin; insanların gözlerinden ve hava sinen isyanından belli oluyordu.

Polis saldırıyordu gaz bombası ve coplarla ama Kürt halkı, Kazlıçeşme’ye girmek için tüm yolları deniyordu.

Ben ve diğer muhabir arkadaşım polisin kitleye saldırdığı sırada gözaltına alındık. Muhabir olduğumuzu defalarca söylememize rağmen bizi duymak istemiyorlardı. Havada uçuşan hakaretler ve küfürler de cabasıydı.

İlk etapta 2 kişiydik. Ardımızdan önümüzden geçen bir kadın, gözaltına alınanlara baktığı için polis tarafından önce hakarete uğradı ve sokaktan kovuldu. Giderken telefonda Kürtçe konuştuğu için 5 polis darp ederek, kelepçe takarak yanımıza getirdi. Gittikçe sayımız artmaya başlıyordu!

Orada yaşananları Amed zindanlarını anlatan videolarda görmüştüm…

Ben defalarca televizyondan ve yaptığım haberlerden halkımın ezildiğini gördüm ve yazdım. Ama hayatımda ilk defa bu kadar yakından ve içinden tanıklık ettim, maruz kaldım.

Polisler “Kürtsünüz” diyerek her saldırdığında inadına; “Ben Kürdüm”, “Newroz pîroz be” diye haykırmak istedim. Çünkü gözaltına alınan erkek arkadaşlara yapılanları her hatırladıkça hala gözlerim doluyor ama aynı zamanda öfkem kabarıyor.

Orada gördüklerin neydi diye sorarsanız; sanki sadece insanları darp etmek ve onları kana bulamak için eğitilmiş polisler vardı. Eylemcilerin arkasında uluyarak koşan (yanlış anlaşılmasın, gerçekten “auuuuu” diye sesler çıkararak koşuyorlardı!) ve yakaladıkları insanlara insanca davranmayan değişik bir tür varlıktı sanki etrafımızdaki polisler.

Yakaladıkları erkek eylemcileri teker teker yanımıza getirdiler. Önce diz çöktürüp insanları üst üste yığdılar ve tekmelemeye başlayıp, tükürdüler. Sonra hızlarını alamayıp ellerini arkadan kelepçeleyip insanları yüz üstü kaldırıma yatırıp kafalarını kaldırma vurmaya, yumruklamaya ve kafalarına taşlarla vurarak tekmelemeye başladılar.

O insanlardan inilti sesleri yükseldikçe polislerin yüzlerindeki gülümseme ve zevk aldıklarını belirten cümleler bizleri çıldırtıyordu. Bir şey yapamamak ve engel olmamak da içimizdeki öfkeyi dayanılmaz hale getiriyordu.

Bizleri orada bir süre daha tuttuktan sonra karakola götürmek için yerden kaldırdılar. İşkence bu anda da devam etti tabii ki… erkek eylemcilerin bineceği aracın öüne polis etten koridor örmüştü. Ve eylemcileri buradan tek tek geçiriyor ve bu etten duvar eylemciler için tekme, tokat, yumruk ve copa dönüyordu. Döverek bindiriyorlardı tek tek araca…

O insanların ayakları yere basmıyordu tekmelerden. Aracın içinde de bir polis bekliyordu gelene bir tane de o vuruyor ve tuttuğu gibi aracın içine fırlatıyordu. İnsanları koltuğa oturtmayıp koltuk aralarına sıkıştırdılar. Polisler aracın içinde koltukların üzerinde basarak yürüyordu.

Bu işkenceyi kimse yazmadı. Eylemcilerin peşinden kocaman kameralarıyla koşan hiçbir basın (ana akım medyadan bahsediyorum) bu görüntülerden tek kare yayınlamadı. Ama biz gördük bunları. Bu görüntüleri daha önce Amed zindanlarını anlatan videolardan duyup, görmüştüm. Elbette ilk defa burada uygulanmıyordu bu yöntemler ve artık bu işkencenin sıradanlaştığını da biliyorum. Ama ilk kez böylesine yakınan tanık olduğum için anlatmak, bir kez daha anlatmak istiyorum.

“Çok yoruldum kızlar…”

Araçlar dolunca insanların karnına tekme atan polis yanımıza gelip “Çok yoruldum kızlar” deyince bir kez daha kabardı öfkem. Hem gözümüzün önünde eli kolu bağlı insanları resmen haşat ediyorlardı hem de bu “yorgunluğunu” gelip bizimle paylaşıyordu!

Ne dememizi bekliyordu acaba? “Ah canım, kendinizi bu kadar yormayın!” dememizi mi?

Peki ya şu “kızlaaar…” samimiyetine ne demeli! Yanlarında fazla kadın polis olmadığı için bizlere fiziksel bir şiddet uygulayamamışlardı o an ama küfürleri ve hakaretleriyle fiziki olarak yapamadıklarını tamamlıyorlardı ya… Bu “kızlaaar…” samimiyeti nerden geliyordu!

Hepimiz araçlara bindirilerek Zeytinburnu Karakolu’na götürüldük. Ve işkenceye tekrar start verildi. Karakolda hepimizi sıraya dizdiler. Kadınlar ve erkekler karşılıklı ve arkaları dönük bir şekilde. Her gelen polis tek tek erkeklere soruyordu “Nerelisin?” diye. Erkek arkadaşlar her cevap verdiğinde dövülmeye başlanıyordu.

Orada sadece kimliğinde Şirnex, Amed yani Kürdistan’dan bir yer yazıyordu diyeydi, tüm bu işkence… “Kürtsün demek” deniyordu sürekli. Birçok kişi karakola getirilirken kanlar içindeydi ve karakol sorumluluk almak istemediği için doktora götürülmedi kimse. 8–9 saat bu şekilde bekletildi.

Ardından Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne götürülme sürecimiz başladı. Önce Yenibosna’da bulunan Adli Tıp Kurumu’na götürüldük. Muayene için… Oradaki görevliler daha ilk adımdaki yaklaşımlarıyla bizlere nasıl baktıklarını gözler önüne seriyorlardı.

Odadan içeri girer girmez “Şimdi sizi iç çamaşırlarınıza kadar soyup muayene edeceğiz. İstemiyorsanız çıkın. Biz rapor hazırlayacağız. Gelip muayene olmak istemiyoruz diye imza atacaksınız” diyorlardı ters ters. Muayenenin ardından darpları yazıp yazmadıkları ise meçhul! Çünkü kâğıdı okumamıza da izin yok!

Yalnızca ilk sayfayı görebiliyorsunuz, yani kimlik bilgilerinizin yazılı olduğu sayfayı.

Muayenenin ardından Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. 3–4 saat ayakta sıra halinde bekletildikten sonra (erkekler bekletiliyordu özellikle. Kadınlar söylendiği halde sıraya geçmeyince “uğraşmayın” deniliyordu) hücrelere götürüldük. Götürülmeden önce 3 kadını daha getirdiler yanımıza.

Onlar da Gazi Mahallesi’nde gözaltına alınmışlardı. Biri iş yerinde biber gazından etkilendiği için dışarı çıkmış ve karşılaştığı polis tarafından dövülerek gözaltına alınmıştı. Diğeri ise kardeşi gözaltına alınırken “ne oluyor?” dediği için kardeşiyle birlikte gözaltına alınmıştı.

Hücreler dağıtıldığımızda, benim kaldığım hücrede Mediha diye bir anamız vardı. Newroz’da alınmıştı o da. Nasıl gözaltına alındığını sorduğumda “Oğlumu gözaltına alıyorlardı. ‘Bırakın oğlumu’ dediğim için beni de getirdiler” diye cevap verdi. Sık sık hücrenin önüne gelen polislerden bazıları bile “Teyze biz seni niye aldık, anlayamadık” dediler ve 3 günlük gözaltı sonrası serbest bırakıldı Mediha Ana.

“Kötü” polisten “iyi” polise; kaba dayaktan “sohbet odasına”…

Vatan’da geçmek bilmeyen saatler başladı. Dayak ve küfürler bitmişti, ama bu seferde psikolojik şiddet başlamıştı. Sürekli sivil polisler insanları sorgu odasına götürüyor ve buralarda onlara absürt sorular soruyordu. “Hadi sohbet edelim seninle” diye başlıyormuş bu sohbetler ve insanların çeşitli konulara dönük düşüncelerinden özel hayatına dek onlarca sorular soruluyordu.

Kaldığımız hücreler havasız ve pis yerlerdi. Kesinlikle sağlıksız bir ortamdı. Kapılarımız sadece lavabo ihtiyacında açılıyordu. Ya da “sohbete” giderken birileri…

Hücrelerde zaman kavramı yok. Ansızın gecenin bir saatinde “Kalkın!” bağrışlarıyla uyandırılıp, Adli Tıp Kurumu’na götürülüyor ve yol boyunca saçma sapan sorularla tahrik edici anlatımlar karşılaşıyorsunuz.

Eğer karşılarında mağdur pozisyonunda ya da el pençe divan durmuyorsanız, her türlü hakarete ve taciz edici bakışlara maruz kalmaktan kurtulamazsınız.

Muhabir arkadaşımla birlikte gözaltına alınanlardan toplam 10 kişi gözaltına alındığımız andan itibaren bu hukuksuzluğu protesto etmek amaçlı açlık grevine girdik. İlk gün bize su bile vermediler. Sebebi de “yemek aldım” şeklinde imza atmamamızmış. Düşünsenize açlık grevindesiniz ve siz “yemek aldım” kağıdını imzalamıyorsunuz diye suyunuzu vermiyorlar! Traji-komik bir durum!

Gözaltının 2. gününde avukatlarımızın gelmesiyle su vermeme gibi bir haklarının olmadığını yönünde baskı yaparak sularımızı aldık.

Kaldığımız yerde inadına türküler söylüyorduk bağıra-çağıra. Erkeklerle aynı kattaydık ve bağırarak, birbirimizle konuşuyorduk. Polis tarafından susmamız noktasında sürekli uyarı alsak da, hiçbir şey bizi türkülerden vazgeçiremedi.

Kadın katillerinin koruyucuları ve direnen kadınların “Erkek tavrı”

Kadınlardan bir tek ben ve diğer muhabir arkadaşım açlık grevindeydik. Polis her yanımıza geldiğinde “Susma hakkıymış! Peh! Gelmiş, burada erkek tavrı sergiliyor” diyordu.

İstedikleri imzaları atmayınca da “Açlık grevini bırakın. Örgüt tavrı sergiliyorsunuz” ya da “Erkekler bile attı, siz niye atmıyorsunuz?” gibi kadın kimliğimizi aşağılamaya çalışan yaklaşımları vardı.

Onların gözünde kadınlar hiçbir şey yapamazdı. Direnemezlerdi. Açlık grevine giremezlerdi. Örgütlenemezlerdi. Bunları yapsa yapsa erkekler yapabilirdi yalnızca. “Terörist” olacaksa onu da erkekler olabilirdi!

Bu yaklaşımları bizim için ayrı bir şiddetti.

Gözaltının 4. gününde ifadeye çağırılmıştım. İfadedeki soruların hepsi birbirine benzer sorulardı. ANF’den alınmış çağrı metinleri okunuyor, “PKK’nin çağrısına kulak verdiğin için mi o alandaydın?” gibi sorular soruluyordu. Her soruda bir diğerine benzer şeyler vardı. Söyleyeceğiniz kelimelerin arasında bir “ayrıntı”, küçük bir “çelişki” yakalamak istercesine planlı ama garip sorulardı.

5. gün Beşiktaş Adliyesi’ne götürüldük. Orada Savcı odasına çağrıldığımda, Savcı dosyamı okuyor ama kafasını kaldırıp bir kere bile yüzüme bakmıyordu. Dosyada diğer muhabir arkadaşımın kitleyi çekerken resmi vardı.

Böylesi bir resmin bana soru olarak döneceğini gözaltındayken hiç düşünmemiştim. Orada savcı bana “Arkadaşının resim çekerken resmi var, senin neden yok?

Komik bir soruydu aslında. Polis orada işini “iyi yapamadığı için” yani ellerinde “yetersiz delil” olduğu için ben yargılanıyordum.

Hâlbuki arkadaşımın yanında ben de çıkmıştım resimde elimde fotoğraf makinesiyle. Yani anlaşılacağı üzere tek sorun flaşı patlatmamakmış. 5 gün boyunca ben bu yüzden orada tutulmuşum.

Komik mi? Trajik mi?

Özgür Gelecek Gazetesi muhabiri Gizem Yiğit

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu