Manşet

“Ezilenlerin sorunları neredeyse biz orada olmalıyız!”

Belediye-İş İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Gülüm: “Ezilenlerin sorunları neredeyse biz orada olmalıyız!”

– AKP yeni “Sendikalar ve toplu iş sözleşmesi yasası” ile ne yapmayı hedefliyor?

Hasan Gülüm: AKP 2008 yılından itibaren Türkiye’de genel olarak tartışılan “Toplu İş Sözleşmesi ve Sendikalar Yasası”nı kendileri açısından tartışılan biçimiyle yasallaştırdı. AKP düzenlemeyi aşamalı yaparak, oluşabilecek tepki için öncelikle yasal düzenlemeyi kendilerine göre dizayn ederek yeni bir dönemi başlattı. Bu düzenleme kendi içerisinde şöyle bir sonuç verecek: Türkiye sendikal hareketinde mevcut durum bile AKP açısından rahatsız edicidir. Sendikal yapıyı oluşturan Türk-İş’in mevcut sendikal hareket içerisindeki durumunu bile görmüyor. Birinci olarak onun içerisinde bulunan ileri sendikaların tasfiye edilmesini, ikinci olarak da aslında geri olan ama giderek büyüyen Hak-İş gibi sendikalarla yeni dönem sendikalarını oluşturmayı hedefliyor. Bir yandan da yeni bir sendikal anlayışın oluşmaması içinde düzenlemeler yapıyor. Yani bu yasa ile birlikte üçayaklı bir süreci örüyor.

– Bahsettiğiniz yeni dönemi biraz daha somutluyabilir miyiz?

– Yeni dönem şöyle şekillenecek. 2016’dan sonra bir elin parmağını geçmeyecek kadar sendika kalacak. Bu ise fiili meşru mücadeleyi yürüten ve bu konuda sınıfı örgütleyen anlayışın yeni dönemde de tekrar çok elzem biçimde ihtiyaç kılan bir süreç olacak. Bu yalnız bir kesimin, bir anlayışın yapabileceği bir şey değil. Dolayısıyla devrimci-demokrat bir yapı oluşturulacak, sınıftan yana, fiili meşru mücadele yürütecek, sınıfı örgütleyecek, sınıfın kendisi için sınıf olma anlayışıyla hareket edecek, diğer yandan ise bunun birleşik yanını örgütleyecek yani kendisi dışında bulunan ilerici, devrimci, demokrat, sınıftan yana olanları örgütleyecek bir yapı, yeni dönemin çıkışını örgütleyecektir. Bu dönemde her yerde mücadelenin olduğunu görmek mümkün, dolayısıyla bu tablo bize örgütlenip mücadele etmek gerektiğini ve buna önderlik edilmesi gerektiğini de işaret ediyor. Bunu; sistemden, düzenden, AKP’nin politikalarından hoşnutsuz bir dönem olarak görebiliriz. Bir diğer nokta; bu dönem Kürt sorunu yoğun olarak tartışılıyor. Kimlik sorunu dışındaki bölümünün kendisi, yoksul, en çok sömürülen, alanları en çok teşkil edenler olarak yeni dönemde ciddi çelişki çok hızlıca kimlik sorunuyla birlikte sömürülmeye karşı mücadele edip örgütlenmek isteyen bir ihtiyacı da ortaya çıkartacaktır. Mücadele alanları en çok buralardan seslerin geleceği, ezilen, hor görülen, kovulan, yerleri yakılan, en zor koşullarda, en düşük ücretle çalışanların alanlara çıkmasıyla öne çıkacak. Dolayısıyla süreç mücadele edenlerin kazanacağı bir döneme giriyor.

– Sendikal hareketi tasfiye etmeye çalışan, yeni bir süreci başlatan böyle bir süreçte sendikalar neden fiili eylemlilikler örmedi?

– Temel nokta aslında şu; işçi sınıfı içerisinde sınıftan yana olduğunu iddia edenlerin politik ve siyasal düşüncelerin sınıf içerisindeki örgütsüzlükleriyle, sınıf içinde etkili olmamasıyla ilgilidir. Yani sendikal hareket bugün etkisizse, çıkan yasalar karşısında ses çıkartamıyorsa, bürokratik, gerici, sarı, revizyonist tabirlerle niteliyorsak meseleyi çözümlemelerini bekleyemeyiz. Bu hareketler zaten böyle. Dolayısıyla mevcut sendikaların bu sürece müdahale etmeme nedenlerinden bir tanesinin burası olduğunu ve burada temel sorumluluğun esas olarak işçi sınıfından yana olduğunu iddia edenler olduğunu düşünüyorum. Buradan doğru temel sorumluluğun kendimize ait olduğunu düşünerek söylüyorum. Esas sorun bizim işçi sınıfı içerisinde istenilen ve yeteri düzeyde etkimizin olmamasıyla ilgilidir.

– Sendikal Güç Birliği Platformu’nun bu süreçte pasif kalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

– SGBP genel sendikal hareket içerisinde çok da ileri bir yapı değildir. SGBP içerisinde parmakla sayılacak birkaç tane sendika var. Bu da zaten o yapı içerisinde istenilen düzeyde değil. Örgütlülüğü de zayıf. Böyle olunca istenilen bir sonuç ya da istenilen oranda bir tepki gösterememiştir.

– Sınıf içerisinde fiili meşru mücadeleyi örme noktasında DDSB anlayışının önem kazandığı bir süreçte miyiz?

bele4– Esas DDSB anlayışının sınıfla buluşması, sınıfı örgütlemesindeki ilişkide yaşadığı eksiklikler mevcuttur. DDSB’nin, bir kopuşun nasıl olması gerektiğine dair bir anlayışı var. Bunda bir sorun yok. Doğru tespitler önemli, bunlar işin özneleri açıkçası. Ama şimdi bunu yapabilmeniz için sınıf içerisinde örgütlenmemiz lazım. Sınıf içerisinde bahsettiğiniz o anlayışı güçlendirmek ve örgütlenmek gerekiyor. Nasıl sorusunun cevabı ise, sınıf ile buluşacaksınız, fabrikada, işyerinde ve mahallelerde, bunları örgütlediğinizde, örgütlendiğinizde bahsedilen sendikal yapının kendisi değişmiştir zaten. Bugün bizim önümüzde duran görevlerden bir tanesi aslında anlayışın sınıfla buluşturulmasıdır. Bunu yapabildiğimiz oranda o bahsettiğimiz çıkış ve kopuşu sağlayabilecek, bunu yapabildiğimiz oranda bu anlayış aslında sınıfa hâkim olacaktır. Bugün bizim temel hedefimiz bu, bunu yapmaya çalışıyoruz.

İbrahim Kaypakkaya’nın “ezilenlerin sorunları neredeyse biz oradayız” sözleri somutunda kendisine ifade bulan da budur. Direnişte, grevde, fabrikada olabilmek kısacası, fiili meşru mücadele aynı zamanda bu sorunların olduğu her yerde olabilmek, müdahale edebilme. Zayıf olan yan budur. Bunu güçlendirdiğimiz oranda biz yeni dönemi, yeni çizgiyi örgütleyebiliriz. Bunu yapabildiğimiz oranda yeni süreci, mücadele ederek güçlendirebiliriz.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu