Makaleler

KÜRDİSTAN’DA REFERANDUM | MGK kararları ne olursa olsun sonucu Kürt halkı için kritik olmayacak!

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY)’nin 25 Eylül tarihinde gerçekleştireceği bağımsızlık referandumu karşıtı, emperyalist devletlerden bunların bölgedeki yerli uşaklarına ve hatta buradan Türkiye’de kendisini sol-sosyalist olarak adlandıran bazı kurumlara varana kadar açıklama yapıldı.

IKBY’nin bağımsızlık referandumuna karşı bölgedeki en keskin, saldırgan ve ırkçı tutumu tam da beklenildiği üzere Türk Devleti tarafından sergilendi. TC’nin iç ve dış politikada Kürt düşmanlığı merkezli izlediği siyaset ve saldırganlık IKBY’deki bağımsızlık referandumu için de geçerli kılındı. Nitekim 27 Eylül tarihinde gerçekleştirilmesi planlanan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) bağımsızlık referandumu nedeniyle 22 Eylül’e çekildi. Bu MGK toplantısının kamuoyuna açıklanan kararları kısmında Kürt düşmanlığı, Kürt ulusunun ulusal “statüsüzlüğünün” devamı için elden ne geliyorsa yapılacağı mesajları verildi. Ancak yine de MGK’da alınan kararlar itibari ile AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “artık bizim bu konudaki hassasiyetimizin ne denli ileride olduğunu ayın 22’sindeki Milli Güvenlik Kurulu toplantısı ve Bakanlar Kurulu toplantısından sonra kendisi (Barzani) çok daha net, açık görecektir”sözlerini karşılamaya yetmedi. MGK’da alınan kararlardan birincisi; “IKBY vakit varken referandum kararından vazgeçmeli” önerisi olurken ikincisi ise “Tüm ikazlarımıza rağmen bu referandumun yapılması halinde Türkiye ikili ve uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını mahfuz tutar”denilerek, askeri müdahale ihtimalinin saklı tutulduğu tehdidinde bulunuldu.

Bahsi geçen kararların öne çıktığı MGK toplantısının bir gün ardından, Meclis Genel Kurulu tezkere gündemi ile toplandı. Meclis Genel Kurulu konuşmalarısırasında verilen bir arada Başbakan Binali Yıldırım’ın CHP ve MHP Genel Başkanları ile özel görüşmesi simgesel bir öneme sahiptir fakat gelişecek sürece dair önemli ipuçlarını barındırmaktadır. Şöyle ki, yapılan bu görüşme; özü ve aktörleri itibari ile “Yenikapı Ruhu” denilen 15 Temmuz’un ardından gerçekleştirilen AKP-MHP-CHP ittifakını hatırlatmaktadır. Nitekim bilinmektedir ki bu ruhtan yalnızca ve yalnızca, başta Kürt ulusu olmakla birlikte ezilen milyonlara, devrimci ve demokratlara yönelik saldırı çıkmıştır.

Meclis Genel Kurulu’nda Suriye ve Irak’a yönelik askeri operasyon yetkisini hükümete veren yasanın bir yıl daha uzatıldığı tezkerenin de Meclis Genel Kurulu’ndan AKP, CHP, MHP’nin oylarıyla geçmesinden de başka bir sonucun çıkması beklenmemelidir. Yani bu görüşme ve tezkereden ezilenlere yönelik baskı ve faşizan uygulamalar çıkacaktır hiç şüphesiz. Ne diyelim, CHP yeni bir adalet yürüyüşü için kolları sıvamaya başlasın.

Milli Güvenlik Kurulu’nun IKBY’nin almış olduğu bağımsızlık referandumu özel gündemiyle toplanması, Bakanlar Kurulu toplantısı, meclisteki tezkere oylaması, Irak sınırındaki askeri tatbikatlar derken Kürt düşmanlığı ve ırkçı propaganda temelinde bir yaklaşım Türk Devleti tarafından sergilenmektedir. Henüz gündemde ekonomik bir ambargo dahi -ticari olarak IKBY’nin TC’ye muhtaç olmamasından kaynaklı- doğru dürüst tartışılamazken, referandumun hemen ardından askeri bir müdahalenin yapılacağı görüntüsü verilmektedir. Ancak bu görüntü gerçekçi değilken TC’nin izlediği bu rotanın sahada da bir tutarlılığı yoktur.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; Türk Devleti, Irak’taki Kürt kazanımlarını, Kürt ulusunun statü kazanmasına, bunun Barzani liderliğinde gerçekleşmiş olmasına rağmen tahammül edememektedir. Kürt halkının Irak’taki ulusal kazanımlarını askeri gücü ile yok edebileceğine/geriletebileceğine inandığında, TC’nin bir gün dahi beklemeyeceği ortadadır. Fakat bu gücün kendinde bulunmadığını da bilmektedir. Ayrıca bölgeye TC’nin doğrudan müdahalesi noktasında belli açmazlarda bulunmaktadır ve bunlar bölge için kilit noktadadır.

Birincisi, Suriye’de Kürt ulusu belli bir statüye erişmiş ve örgütlü gücü uluslararası siyasette tanınır hale gelmiştir. Türkiye sahasında ise Kürt Ulusal Hareketi savaş deneyim ve tecrübesini, teknik donanımını üst düzeye çıkardığı bilinmektedir. Bu iki güce yani PYD ve PKK’ye Türk Devleti, doğrudan düşman olarak yaklaşmaktadır, IKBY’ye liderliğini yapan KDP’yi ise diğer iki güç karşısında mümkün olduğu kadar kullanmaktadır. Yine KDP’nin Türk devleti ile daha yakın ilişki içinde olduğu bilinmektedir. Türk devletinin bölgeye yönelik olası bir müdahalesi, KDP ile ittifakı bozacak ve TC’nin düşman hattını genişletecektir. PYD ve PKK’nin yanında bir de KDP’nin olması Türk devleti için işleri oldukça karıştıracağı bilinmelidir.

İkincisi, uluslararası emperyalist güçler Türk devletinin, Suriye ve Irak sahasında olmasını istememektedir. Gerçeklik şudur ki, bölgenin yeniden dizaynı ve paylaşımı, pazara açılımı konusunda Türk devletine her hangi bir pay düşmemiştir. Bu açıdan Türk devleti bizzat emperyalist efendileri tarafından bölgede aktör olarak değil geri planda tutulmak istenmektedir.

Üçüncüsü ise; sınır komşularından tutalım da Avrupa’nın birçok ülkesine kadar “kanlı bıçaklı” olan bir Türkiye gerçekliği bulunmaktadır. Bu gerçeklik içerisinde, Türkiye’nin ihracat yaptığı ender bölgelerden biri olarak IKBY bulunmaktadır. Bunu aynı paralellikte Türk şirketlerin daha çok da bizzat AKP’ye yakın şirketlerin inşaat sektöründe yaptığı yatırımlar izlemektedir. Bu faktör, OHAL, içerde ve dışarı da yaşanan krizler nedeniyle ticaretinin yeterince cansız ve genel tabiriyle piyasaları tedirgin olan bir ülke için askeri müdahale düşünüldüğünde oldukça önemli hale gelmektedir.

Bu gibi nedenlerle IKBY’ye askeri müdahale durumu Türk Devleti’nin boyunu aşan bir yerde durduğu söylenebilir. Ancak diğer bir taraftan şu olasıdır ki, tehdidin yönü yine Rojava’ya kaydırılabilir. Başta Afrin olmak üzere birçok kanton Türk Devleti’nin askeri saldırılarının hedefi haline gelebilir. Bundaki amaç ise artık bir işgalden ziyade, KDP/Barzani gibi “ittifak kurulabilecek” bir Kürt hareketini bölge yönetiminin başına geçirmek adına olacaktır. Bu ihtimal de Türk Devleti için birçok zorlayıcı unsurun bulunmasına karşın IKBY’ye yönelik bir müdahaleden daha olası ve madalyonun diğer bir yönü olarak hafızalarda tutulmalıdır.

IKBY’de gerçekleştirilen bağımsızlık referandumunun açığa çıkarttığı tartışmalar itibari ile ayrıca bir öneme de sahiptir. Tıpkı Kaypakkaya’nın bahsini ettiği gibi ulusal soruna yaklaşım ülkemizde hala devrimciliğin turnusol görevini görmektedir.

Kürt ulusal sorununda ezilen Kürt halkının yanında yer almayan, Kürt ulusunun siyasal ve ulusal kazanımlarını “her koşulda” kayıtsız ve şartsız desteklemeyen bütün güçler devletin ideolojik hegemonyasının altında yer alacaktır. Ulusal soruna yaklaşımın turnusol görevi görmesinin böyle bir somutlukta olduğu bilinmelidir. Bakınız son dönemde sosyal şoven mecrasını daha da belirginleştirerek yoluna devam eden ÖDP’nin 21 Eylül tarihli ve “Irak’ta savaş değil barış bağımsızlık değil demokratik birlik” başlıklı Başkanlar Kurulu imzalı bildirisi tek kelimeyle ibretliktir. Bu bildiri içeriği ve özü itibari ile bir taraftan MGK’da verilen “Kuzey Irak ile birlikte bölgemizin tamamına zarar verecek vahim sonuçların ortaya çıkması kaçınılmazdır” mesajı ve CHP milletvekili Öztürk Yılmaz’ın Meclis Genel Kurulu’nda yaptığı, tezkereye evet dediği konuşma ile aynı düzlemdedir. Eğer illaki savaşın-iç savaşın karşısında durulması gerekiyorsa bunu ayrılma ve bağımsızlık hakkını elinde bulundurmak isteyen ulusa karşı değil bu hakkı kullanacağı için ona saldırı ve savaş tehdidinde bulunan güçlere karşı durarak yapılmalıdır. Nasıl ki bir kadına cinsel şiddete uğrama ihtimali olduğu için gece evden çıkma deme hakkına kimse sahip değilse, bölgenin daha fazla gerilme ihtimalinden kaynaklı Kürt ulusuna ayrılma hakkından vazgeç deme hakkına da kimse sahip değildir.

Bu referandum, KDP/Barzani yönetimini “beğenip-beğenmemekten” veya onun bu referandumu gerçekleştirme niyetinin ne olup olmadığından bağımsız olarak, tam da Ulusların Kendi Kaderini Tahin Etme Hakkı’nda olduğu gibi ayrılma ya da ayrılmamadan ziyade ayrılma hakkını elinde bulundurması özüne sahiptir. Bu açıdan tüm devrimci güçlerin ayrılma hakkını elde edebilmesi noktasında Kürt ulusunun yanında yer alması gerekmektedir. Şu bilinmelidir ki, bugün Irak’taki gibi, Rojava’da daha farklı formlarda olduğu gibi ya da Türkiye coğrafyasında yaşananlar gibi Kürt ulusunun, ilerici ulusal hak mücadelesinin yanında yer almayan, Kürt ulusuna yönelik ulusal zorba ve baskıya karşı aktif mücadelenin içerisinde yer almayan bütün güçler bertaraf olmaya ya da daha kötüsü devlete yedeklenmeye mahkum olacaktır. Gücün silahlı ya da silahsız olduğu bu konu da bir fark yaratmayacaktır. Silahlı olanlar silahlarıyla, silahsızlar ise silahsız bir biçimde ya bertaraf olacak ya da devlete yedeklenecektir. 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu