GüncelMakaleler

Politik-Gündem | 15-16 Haziranlardan Yeni Haziranlara, Gezi’ye; RÜZGAR EKTİNİZ FIRTINA BİÇECEKSİNİZ!

"Bu tarihsel günlerin varlığı bize, faşizmin ne kadar isterse istesin kitlelere rağmen, kitlelerin taleplerine karşı her zaman kendi politikasını hayata geçiremediğini göstermektedir. Öyleyse geçmiş direniş pratiklerinden öğrenmek, sokağın özgürleştirici pratiğinde ısrar etmek anın devrimci görevidir"

ABD’de Afro-Amerikalı George Floyd’un ırkçı bir polis tarafından boğularak katledilmesi, başta ABD olmak üzere dünya çapında ırkçılığa ve polis şiddetine yönelik gerçekleştirilen eylemlerle protesto edilmeye devam ediyor.

Eylemlerin süreç içinde ırkçılığa ve köle ticareti yapan kişilerin heykellerine yönelmesi dikkat çekici. İngiltere başta olmak üzere çeşitli ülkelerde ırkçı, insanlık düşmanı şahsiyetlerin heykellerine yönelinmesi ve kitle baskısı nedeniyle bazı heykellerin “korumaya alınması”, kaldırılması son derece anlamlıdır. Bu eylemler göstermektedir ki kitleler neyi-ne için yaptıklarının oldukça farkındadırlar. ABD Başkanı Donald Trump’ın iddia ettiği gibi “çapulcu” değillerdir.

Gelişen eylemlere karşı D.Trump’ın ilk refleksi akıllara 7. yıldönümünde olduğumuz Gezi İsyanı’nı ve R.T.Erdoğan’ın tepkilerini getirdi. Trump da tıpkı Erdoğan gibi ayağa kalkan kitleleri önce kolluk güçleriyle tehdit etti, ardından dalga geçmeye çalıştı, sonrasında ise eline bir İncil alarak kameralar karşısında kiliseyi ziyaret etti. Erdoğan’ın her fırsatta kitleleri karşı karşıya getirme çabası, “evde zor tutuyorum” efelenmesi ve de “Camiye ayakkabıyla girdiler, içki içtiler” yalanı hala hafızalarımızda güncelliğini koruyor.

Hakim sınıfların ve onların temsilcilerinin kitlelerin her hareketi karşısında bu türden benzer tepkiler vermeleri şaşırtıcı değil aslında. Bu, öncelikle sınıfsal reflekse işaret ediyor. Kolluk güçleri aracılığıyla kitlelerin son derece haklı ve meşru eylemleri kriminalize edilmek isteniyor. Ardından küçümsenmeye-itibarsızlaştırılmaya-karalanmaya çalışılıyor; devamında da karşı devrimci kara propaganda devreye giriyor. Başta din olmak üzere çeşitli saiklerle kitlelerin geri yanlarına hitap eden yalanlar devreye sokuluyor.

Hatırlanırsa virüs salgını öncesinde, özellikle 2019 yılının sonlarında dünya çapında kitleler sokaklara çıkmış, içinde bulundukları koşullara yönelik itiraz eylemleri geliştirmişlerdi. Hakim sınıflar, virüs salgınını da bu eylemleri bastırmak için başarıyla kullandılar. Sınırların kapatılmasından sokağa çıkma yasaklarına kadar salgınla mücadele adı altında bir dizi yaptırımı devreye soktular. Evde kalmak ve “sosyal mesafe”ye uymak bu dönemin temel sloganı oldu. Hakim sınıflar virüs salgınını kendilerine yönelik gerçekleştirilen eylemlerin ve biriken öfkenin bastırılması için kullanmaya çalıştılar-çalışıyorlar.

Salgına karşı pratik önlemlerin yanında kitle iletişim araçlarını da devreye sokarak kitlelerin korkularına hitap eden bir karşı propaganda geliştirdiler. Bunda amaçlanan artık yönetemeyenlerin yönetmeye devam edebilmeleri için kitlelerin rızasını yeniden üretmekti.

Ve özellikle salgının ve de ölümlerin gerçek nedenlerinin üzerini örtmeyi hedeflediler. Salgının ortaya çıkışı ve insanlığın bu salgın karşısında çözümsüz kalışının gerçek sorumlusu olan emperyalist kapitalist sistemin kitleler tarafından sorgulanmasının önüne geçmek için ellerinden geleni yaptılar.

Ancak virüs salgını öncesinde genel olarak emperyalist kapitalist sistemin sömürdüğü ülkelerde başgösteren kitle hareketleri, bu kez emperyalist sistemin merkezinde baş gösterdi. G. Floyd’un katledilmesiyle sokaklara çıkan kitleler, emperyalist kapitalist sistemin kitle hareketlerini salgını bahane ederek nefessiz bırakmaya çalışmasına isyanla yanıt verdiler.

G. Floyd’un “Nefes Alamıyorum” çığlığı başta ABD olmak üzere neredeyse tüm dünyaya yayıldı. Ve etkisi halen devam ediyor. Kitleler, kapitalist emperyalist sistemin politikalarına, bu politikalarla eş güdümlü olarak devreye sokulan kolluk gücü terörüne karşı eylemlere giriştiler. Kitle eylemleri “Nefes Alamıyorum”a pratik bir yanıt oldu. Üstelik bu eylemler, kapitalist sistemin üzerinde yükseldiği kimi sembolik heykellere ve ırkçılığa yöneldikçe daha bir anlam kazandı.

 

Faşizmin Nefessiz Bırakma Saldırısı!

Kurulduğu günden itibaren varlık gerekçesi kendisine karşı her türlü muhalefeti bastırmak, ezmek ve “nefessiz bırakmak” olan TC devletinin başta G. Floyd’un katledilmesi olmak üzere bu eylemlere yaklaşımı da son derece manidardır ve aynı zamanda eşine az rastlanır bir ikiyüzlülük örneğidir. R.T.Erdoğan “George Floyd’un işkence sonucu öldürülmesine yol açan ırkçı ve faşist yaklaşım”ı kınamış(!) ve “nerede, ne bağlamda, ne şekilde olursa olsun Türkiye, daima insanlığa karşı her türlü saldırıya karşı durmuştur” ifadelerini kullanmıştır. (29.05.2020)

R.T.Erdoğan’ın bu sözleri söylemesinden kısa bir süre önce TC devletinin bir polisi Adana’da Suriyeli mülteci bir genci yakın mesafeden tek kurşunla katletmişti.

R.T.Erdoğan katillerin yargılanması yerine Suriyeli Ali El Hemdan’ın ailesine sus payı olarak vatandaşlık teklif etmekle meşguldü. Faşizmin bu ikiyüzlü ve alçak tutumu, ABD’deki katliamı ve polis şiddetini kınamak için İstanbul’da açıklama yapmak isteyen devrimci gençleri işkenceyle yaka paça gözaltına aldırmakla zaten teşhir olmuş durumdadır. Faşizm bırakalım dirileri, ölülerimize dahi saygı göstermemekte, gerilla mezarlarına saldırı başta olmak üzere her türlü psikolojik harp yöntemini devreye sokmaktadır.

TC devleti bir yandan ABD’deki katliamı kınarken, diğer yandan çıkardığı infaz yasasıyla mafyayı, çeteleri, katil ve istismarcıları sokaklara salıp, hapishanelerde devrimci tutsakları virüs salgınıyla başbaşa bırakmakta ve bu arada Adalet Bakan Yardımcısı Uğurhan Kuş’un; “Cezaevlerinde Covid-19’dan ölen olduğunu söylemiyoruz; hiç olmadığını da söylemiyoruz!” açıklamalarıyla süreci yönetememektedir.

Meclis açılır açılmaz AKP-MHP ve Ergenekon artıklarının ilk hamlesinin üç milletvekilinin vekilliklerinin düşürülmesi ve başta silah kullanma yetkisi verilmesi olmak üzere Bekçi Kanunu’nun yasalaştırılması son derece anlamlıdır. Faşizm kendisine bağlı üstelik de “yasal” bir milis ordusu örgütlemiş durumdadır ve her geçen gün onu daha da kurumsallaştırmanın yolunu açmaktadır. Bu hamleleriyle bir yandan kendi saflarını tahkim ederken, diğer yandan da darbe, erken seçim ve Ayasofya’nın ibadete açılması vb. tartışmalarını gündemleştirerek muhalefeti adeta nefessiz bırakmak istemektedir.

Faşizm darbe tartışmaları adı altında sadece ilerici-demokratik muhalefete değil, kendi sınıfdaşı muhalefete de saldırıyor ve diş gösteriyor. CHP’ye yönelik söylemler ve pratik adımlar, AKP-MHP (ve Doğu Perinçek tayfasının) kendi pozisyonlarını tahkim etme girişimleri olarak okunmalıdır.

Ankara’nın karanlık koridorlarında yeniden ısıtılan ve tıpkı Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde olduğu gibi servis edilen “casus”luk suçlamaları, “ulusalcı” olarak tanımlanan Kemalist gazetecilerin tutuklanması, (faşizm bunu yaparken yine Kürtleri es geçmiyor ve Kürt gazetecileri de tutukluyor) vb. örnekler, arka planda devlet aygıtı içinde yeni tepişmelerin, dalaşların olduğuna işaret ediyor.

Faşizm virüs salgınını fırsata çevirme hedefini güttüğünü her fırsatta gösteriyor. Salgın önlemleri adı altında sokağa çıkma yasakları uygularken ve “çarklar dönmeli” diyerek işçi sınıfı ve emekçileri çalışmaya zorlaması yetmezmiş gibi salgın ortadan kalkmamasına rağmen bir yandan da normalleşme çağrıları yaparak ilk fırsatta AVM’leri açarken futbol maçları oynatmaya, “düğün sezonu”nu açmaya hazırlanırken diğer yandan ilerici ve devrimci güçlerin her türlü etkinliğine, eylem ve protestosuna saldırmaya ve yasaklamaya devam ediyor.

 

Direniş Nefes Aldırır, İsyan Özgürleştir!

AKP hükümeti virüs salgını nedeniyle almadığı önlemleri, devrimci ve demokrat muhalefetin eylemlerini yasaklamak için alıyor. HDP’nin milletvekillerin vekilliklerinin düşürülmesine yönelik Hakkari ve Edirne’den başlatacağını duyurduğu “Demokrasi Yürüyüşü” henüz gerçekleştirilmeden birçok ilde gösteri ve yürüyüş eylemleri yasaklanıyor, şehirlere giriş çıkışlar engelleniyor.

AKP sözcüsü, HDP’nin yürüyüşüne izin vermeyeceklerini açıklıyor. Faşizmin bu hamleleri içinde bulunduğu kriz halinden bağımsız değildir. Sıkıştıkça daha çok saldırıyor, yönetememe krizi derinleştikçe devrimci ve demokratik muhalefet ve de sokak üzerinde terörünü artırıyor.

Bu faşist saldırganlık, devrimci ve demokrat muhalefetin önüne belli görevler koyuyor. Her şeyden önce hakim sınıfların iki kliğinin arkasına yedeklenmeden ancak bunlar arasındaki çelişkiyi de gözardı etmeden, devrimci ve demokratik muhalefetin kendisine “ikinci bir yol” çizmesi gerekiyor.

İçinden geçtiğimiz süreç, devrimci hareketin parçalı oluşuna karşı faşist saldırganlığın boyutu bizleri eylem birliklerine daha fazla önem vermeye zorluyor. Süreç, nefessiz bırakma saldırısına karşı sokağın özgürleştirici pratiğine daha fazla yüklenmeyi gerektiriyor.

15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin 50. ve Gezi İsyanı’nın 7. yıldönümünde, yani yeni Haziran günlerinde, kitle hareketi kendi pratiğinden öğrenme ve faşizm tarafından kendisine yöneltilen nefessiz bırakma saldırısını karşılayacak güce sahiptir.

Bu tarihsel günlerin varlığı bize, faşizmin ne kadar isterse istesin kitlelere rağmen, kitlelerin taleplerine karşı her zaman kendi politikasını hayata geçiremediğini göstermektedir. Öyleyse geçmiş direniş pratiklerinden öğrenmek, sokağın özgürleştirici pratiğinde ısrar etmek anın devrimci görevidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu