GüncelMakaleler

PUSULA | Militana Mektuplar-4

"Sonuçta bireysel özgürlüğün sahte bir söylemden ibaret olduğu gerçeği karşımıza çıkar. Asıl olan toplumsal özgürlüktür. Bu bireyin de gerçek anlamda özgür olmasını beraberinde getirecektir"

Mahsa Amini (Jîna Emînî)’nin katledilmesi ile İran ve bütün dünyada başlayan direnişlerin devam ettiği bir andayız. Özgürlüğünü isteyen milyonlarca kadının, kitlelerin sokakları aydınlattığı bir dönem… Bunun getirmiş olduğu zorunlulukları görmek ve ödenen bedelleri duyumsamak içindir.

 Yeniden merhaba!

Özgürlük ve zorunluluk karşı karşıya konulmuş kavramlar olarak sunulur çoğu zaman. Tarihsel olarak bu iki olgu arasındaki bağın ne olduğu tartışma konusu olmuştur. Özellikle devrimci mücadele açısından bu kavramlar yeterince bilince çıkarılmadığında örgütlü mücadelenin dezavantajları şeklinde sunulur. Örgüt ve birey meselesindeki tartışmalarda karşımıza bireysel özgürlüklerin sınırlandığı, ya da zorunluluklara “kurban” edildiği bile dile gelmiştir.

Özgürlük, bir talep olarak tarihsel bağlamı derin olan bir olgudur. İnsanların, halkların, ulusların, ezilenlerin, bireylerin, kadınların vs… esaret altında, sınırlandırılmış veya bağımlı olan her kesin bir özgürlük sorunu vardır ve bu amaç uğruna binlerce yıldır bir mücadele sürmektedir. Özgürlük denince mücadele onun hemen yanıbaşında beliriverir. Ancak her şey bu kadarla kalmaz. Zira özgürlük uğruna verilen mücadele zorunlulukları da kapsar. İşte sorun da burada başlar… Özgürlüğümüzü isteyenler olarak zaten zorunluluklardan “kaçmıyor muyduk”?

Eğer soruna metafizikçe yaklaşırsak ya da idealist bakış açısı ile bakarsak… doğrudur, zorunluluğu doğuran her şeyden azade olduğumuzda özgürlük sonucu çıkarılabilir(!)

Ancak bahsi geçen olgulara diyalektik açıdan bakıldığında; Olguları tek başına incelemek yetmez, onlar arasındaki bağlantıların incelenmesi, birbirleri ile etkileşimi ve birbirlerine olan etkilerini incelemek ve bilince çıkarmak… İşte en temel sorunumuz bu.

Olguları incelerken toplumsal yaşamdan soyutlamadan, yaşamımız içinde mevcut binlerce çelişki ile bağları olduğunu unutmadan ele alınır ve bilince çıkarılır.

Yaşamımız, en temel çelişkinin genel anlamda ezen ezilen çelişkisi olduğu, bugün bunun sermaye-emek çelişkisi bağlamında burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çelişmenin en temel çelişme olduğunu biliriz. Bu çelişme diğer tüm çelişmelere direk veya dolaylı etkide bulunur, esasen belirleyici etkide bulunur. Dolayısı ile hangi olguları ele alırsak alalım, sınıf mücadelesinden soyutlama yapıldığında yani diyalektik yasaların dışında tanımlama yaptığımızda eksik kalırız, doğru tahlil yapmak imkansızlaşır. Aynı durum özgürlük ve zorunluluk kavramları içinde geçerlidir.

Zorunluluğu kapsamayan bir özgürlük, özgürlük müdür?

Hayat zorunluluklardan azade olamaz. Başlı başına bir insanın en temel hayat gereksinimleri dahi zorunluluklar anlamına gelir. Ancak bu zorunluluklar değişkendir, sabit kalmazlar. Koşullarla ilintilidir. Koşulların değişmesi ile zorunluluklar değişir ancak yok olmazlar. İnsanın doğa karşısındaki tarihsel ilerleyişinde zorunluluklar ve özgürlükler her daim bir birliktelik dahilinde var olmuştur.

Zorunluluğa karşı özgürlük elde edilince, bu başka zorunlulukları beraberinde getirmiştir. Doğa yasaları, insana belli zorunlulukları dayatıyordu. Ancak aşılan her zorunluluk her ne kadar insanın özgürlük sınırlarını genişletmişse de bu durum yeni zorunlulukları beraberinde getirmiştir. Feodal sistemin yıkılması, belli zorunlulukların yerini başka zorunlulukların almasını sağlamıştır. Bu durum Çarlık rejimine karşı sosyalist devrimini yapan Sovyetler Birliği, Çin vb. ülkelerin halkları içinde geçerli olmuştur. Komünist bir toplumda zorunluluklar olmadan yaşam mümkün olabilir mi?

Bazen devrimin her şeyin ebedi çözümü olarak sunulduğuna tanıklık ederiz. Devrim denilen olgu zorunlu bir dönemeçtir ve sorunların çözümünde temel olandır. Ancak sonrasında devrim sürecinin inşa edilmesi ile daha başka zorunluluklar karşımıza çıkacaktır. En temelinde iklim krizinin yarattığı/yaratacağı zorunluluklarla karşılaştığımızda bunun ne demek olduğunu daha iyi hayal edebiliriz.

Bizleri çevreleyen koşulların getirmiş olduğu zorunlulukların giderilmesi ile özgürlüğe olan adımlarımızı atmak isteriz. Ülkemizde faşizmin son bulması son tahlilde devrim ile mümkün olacaktır. Faşist sistemin getirmiş olduğu toplumsal zorunluluklara karşı devrim mücadelesinin getirmiş olduğu zorunlulukları görmek gerekir. Devrim mücadelesi zorunlulukları yadsımadığı gibi onlarsız bir anlam taşımaz.

Zorunlu sömürü sisteminin getirmiş olduğu koşulların değişimi kendiliğinden olmayacaktır. Buna iradeli ve bilinçli bir eylemde bulunulmadığında, koşullar esasta varlığını sürdürür. Sömürü çarkının ve onun koşullarını değiştirmenin en önemli yolu devrim yapmaktan geçer. Bunun bir sonucu olarak proletaryanın partisini örgütleme zorunluluğu doğar. Bu nedenle bin bir türlü çelişmenin içinde en temel olanın çözümünün zorunlu anahtarı, özgürlüğe giden yolun kapısını açacaktır.

Anlaşıldığı üzere özgürlüğe giden yolun kendisi zorunluluklarla örülmüştür. Sömürü düzenin değişmesinden sonra da başka zorunluluklar karşımıza mutlaka çıkacaktır. Planlı ekonominin uygulanmasının getirmiş olduğu zorunlulukların yanı sıra sınıf savaşımının biçimsel olarak başka araç ve yöntemlerle sürdürülmesinin getirmiş olduğu zorunluluklar insanın karşısına çıkar. Ancak özgürlük düşlerimiz asla son bulmaz.

Özgürlük, zorunluluğun bilince çıkarıldığı yerde başlar. Ancak yetmez… Marks’ın deyimi ile özgürlüğümüzü sınırlayan, kısıtlayan toplumsal düzenin değişmesi gerekmektedir. Bu özgürlüğe ulaşmayı beraberinde getirir. Paris komünü ile açılan yolda Ekim Devrimi, Çin devrimi ve deneyimleri bunun ispatı olmuştur. Bunun kavranması ancak sınıf savaşımının tüm çelişmelere yön verdiğini, etkileyeni olduğunun kavranması ile sağlanır.

Başka bir deyimle, birbirlerine bağımlı olan sınıfların çıkarları savaşımı/çatışmayı doğurur. Burjuva ve işçi sınıfının birbirleri ile olan bağımlılıkları onları hem bir arada yaşamaya hem de birbirbirlerine karşı mücadele etmesini koşullar. Bu koşullanma, devrimi doğurur. Burjuvazinin sömürü, talan, yağma ve kâr özgürlüğüne ve zorunluluğuna karşın, proletaryanın ve diğer tüm ezilen kesimlerin sömürüden, talandan, esaretten, ataerkiden ve işgallerden kurtulma hedefi ve zorunlulukları mevcuttur.

Özgürlük düşlerimiz, zorunlulukları doğurur. Kavradıkça, bilince çıkardıkça ve gereklerini yerine getirdikçe özgürlük alanlarımız genişler; yaşamda ve zihinlerimizde… Genişleyen özgürlük alanlarımız, daha büyük zorunluluklarla karşılaşmamızı sağlar. Özgürlük alanlarımız kimi zaman bir savaş alanı, kimi zaman bir kültür evi, dernek ya da halk evi olur ya da zamanla bir ülke olur.

Bu sınır, devrim mücadelesinin gelişmesine bağlı olarak genişler ya da daralır. Halkın kendi söz-yetki ve karar haklarının olduğu öz örgütlenmelerini ele alalım. Herhangi bir baskıya maruz kalmadan verilen kararların, yerine getirilen pratiklerin, faşizmin sınırlarından bir nebze olsun arındırılmış olan kurumsallaşmalardır anlatılmak istenen. Demokrasinin bilincine varmak, bunun uğruna mücadele edilmesi dahi ileri bir durumu, özgürlüğün sınırlarının genişlediğini gösterir. Ancak buna tahammül edemeyen faşist sistem bu örgütlenmeleri dağıtır, yasaklar ya da kovuşturmaya tabi tutar. Mesele gerilla alanı olduğunda tüm şiddet aygıtları ile bastırmaya çalışır. Tüm baskılara rağmen devrimci ve komünistlerin en temel görevi, özgürlük alanlarını yeniden inşa etmek, geliştirmek ve örgütlemektir. Bunun en temelinde de proletarya partisinin kendisi vardır.

Zorunluluğu kavranmış bir özgürlük mücadelesi, koşulları yaratan sistemin yıkılmasını ve alternatifinin inşasını sağlar. Örgütlenmeyi kavramak, onun gereklerini yerine getirmek, sınıf düşmanlarımızı tanımak ve yöntemlerini bilmek, halkı bitmez tükenmez bir çaba ile sürekli örgütlemeye çalışmak… Değil midir ki, militanın özelliklerine vurgu yaparken sürekli bir şeylerin tekrarını yapmaktayız.

Sonuçta bireysel özgürlüğün sahte bir söylemden ibaret olduğu gerçeği karşımıza çıkar. Asıl olan toplumsal özgürlüktür. Bu bireyin de gerçek anlamda özgür olmasını beraberinde getirecektir. Ulusu milli zulme uğrayan bir Kürt ya da sınıf olarak ezilen bir işçinin kendi kurtuluşlarını eline almadan özgürlüklerinden bahsetmek mümkün olabilir mi?

Bireyi toplumdan soyutlamaya çalışan post modern kalemşörler ve onların liberal muhafızlarının özgürlük karşısındaki duruşları tamamen sahtedir. Bu sahtelik onların diyalektik bir yöntemle yaşamı ele almayışından, toplumları idealist bir bakış açısı ile ele aldıklarından ileri gelmektedir.

Dünyamızda gitgide yeni savaşların ve direnişlerin geliştiğini görüyoruz. Kendi zorunluluklarını dayatan emperyalist ve faşist rejimlere karşı özgürlüğün zorunluluklarını kuşanmanın vakti gelmedi mi sence?

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu