Makaleler

Artısıyla, eksisiyle AÇLIK GREVLERİ…

PKK lideri A. Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması, sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının sağlanması ile anadil önündeki engellerin kaldırılması (savunma, eğitim) talepleriyle 12 Eylül tarihinde, 39 hapishanede 380 PKK ve PAJK tutsağının başlattığı, ardından 66 hapishanede toplam 663 tutsağın sürdürdüğü ve nihayetinde 5 Kasım tarihi itibariyle binlerce tutsağın da dahil olarak devam ettirdiği açlık grevleri 18 Kasım günü sona erdi.

40’lı günlere gelinceye kadar, hükümetinden medyasına kadar bir bütün egemen güçler, açlık grevlerini yok sayarak, tutsaklar bedenlerine ölüme yatırmamış gibi bir sessizlikle boğmayı hedefledi. Ancak dışarının hareketliliğinin özellikle ilk haftalardan sonra ivmelenmesi ve açlık grevinde kritik aşamalara gelinmesi ile birlikte bu sessizlik de bozuldu.

İlk açılışı kimseye kaptırmayan Başbakan R. T. Erdoğan’ın, açlık grevinde kimsenin olmadığını, herkesin yiyip içtiğini söyleyerek (“İçeride aç kalan yok, herkes her şeyi yiyor”), eylemi şov olarak değerlendirmesi, görünenin de inkarı olarak, tarihe, öncelleriyle (Esat Oktay, Şevket Kazan, Hikmet Sami Türk, Mehmet Ağar vb. ) birlikte anılacak bir not daha bırakmış oldu.

Oysa Erdoğan’ın bu açıklamaları yaptığı saatlerde Adalet Bakanı Sadullah Ergin de açlık grevinde olan tutsakların sayısını kamuoyuyla paylaşmaktaydı. Bir kez daha yalancının mumu yatsıyı bekleyememişti.

Devletin tepesindekiler benzer açıklamalarla eylemi karalar ve grevcilere “müdahale” tehdidini öne sürerken, içeride tutsaklara yönelik saldırılar da hız kazandı.

Zorla tekli hücrelere konulmaktan, B1 vitamini verilmemesine ve Silivri’de olduğu gibi fiziki saldırılara kadar tutsaklar, eylemleri boyunca her türlü saldırıya maruz kaldılar.

Yanı sıra dışarıda açlık grevinin taleplerini desteklemeye ve tutsakları sahiplenmeye yönelik hemen hemen tüm eylemler saldırıyla karşılandı. Açlık grevi yapmak için kurulan çadırların içindeki analara dahi gaz bombalarıyla polis saldırısı gerçekleşirken, on binlerce kişi ülkenin birçok yerinde açlık grevlerini sahiplenmeyi sürdürdü.

Ve belki de en kirli işi yine burjuva-feodal medya üstlendi. Olanı bambaşka ve sahibinden de keskin bir şekilde aktarmayı görev bilen ana akım medya (kimi demokrat, dürüst köşe yazarları ve muhabirlerini bir kenara bırakırsak), egemenler tarafından takdiri hak edecek kadar gayretle görevini yerine getirdi. Yüzlerce tutsağın açlık grevini bitirdiği yalanından, açlık grevcilerinin “kilo aldığı” iftiralarına, hatta BDP’li vekillerin aylar öncesi yemek yerken çekilmiş fotoğraflarını yayımlayarak hakaretler dizmeye kadar rezillik yarışını başa baş sürdürdüler.

Sonuç olarak, dışarıdaki yurtsever, devrimci ve demokratik güçlerden ve kendi yaşamları üzerinde karar verme iradelerinden başka silahları olmayan tutsaklar, devletin bir bütün saldırıları karşısında eylemlerini 68 gün sürdürdükten sonra, Abdullah Öcalan’ın, kardeşi Mehmet Öcalan’la görüşmesinde ilettiği çağrı ile birlikte, Öcalan’ın “Bu eylem yerini bulmuş ve amacına ulaşmıştır.

Hiçbir tereddütte kalmadan, bir an önce açlık grevine son versinler” açıklamasını esas aldıklarını ifade ederek eylemi sonlandırdıklarını duyurdular.

Eylemin dışarıda önemli bir hareket yarattığı, başta Kürt halkı olmak üzere devrimci, demokratik dinamikleri dikkate değer biçimde harekete geçirdiği, Öcalan üzerindeki ağır tecridi, anadil üzerindeki yasakçı/asimilasyoncu uygulamaları yoğun bir biçimde tartışmaya açtığı, uluslararası boyutta da önemli bir yankı uyandırdığı kimsenin inkar edemeyeceği gerçeklerdir.

Kısaca bu şekilde özetlenebilecek olan 2 aylık süreç kuşkusuz birçok boyutu olan daha geniş bir süreç içersinde gerçek anlamını bulmaktadır.  Özellikle son birkaç yıldır devletle PKK arasında süren savaşta önemli gelişmeler yaşanmış, karşılıklı hamlelerle mücadele boyutlanmıştı.

2011 yılının kış aylarında gerilla güçlerine yönelik gerçekleştirilen askeri operasyonlarla önemli darbeler alan, onun öncesinde başlayan ve bugün de hala devam eden saldırılarla demokratik alanda binlerce kadro, militan ve taraftarı tutuklanan ulusal hareket, bu sürecin hemen ardından güçlerini başarılı bir şekilde tahkim edip, gerilla alanında alan hakimiyetine dayalı savaşı yaşama geçirerek, bu alanda devlete yönelik yaptığı hamlelerde başarı kazanmıştır.

Demokratik-politik alanda da, kendi dışındaki güçlerle birlikte hareket etmeye daha fazla önem vererek muhalefet alanını genişletmiştir. 68 gün süren açlık grevlerini de devlete yönelik bu hamlelerin bir parçası olarak düşünmek gayet mümkün.

Hapishanelere doldurulan binlerce yurtsever, bulundukları alandan, tutsaklığın koşullarının kısıtlı imkanlarıyla dışarıya yönelik politik bir hamle gerçekleştirmişlerdir.

Nitekim, bu açlık grevinin en önemli özgünlüğü, hapishanelerde yapılmasına karşın, hiçbir şekilde hapishane fiziki koşullarına vurgunun yapılmaması, taleplerin içerisinde bu koşulların düzeltilmesine yönelik bir maddenin olmamasıydı.

Dolayısıyla bu özgünlük, hapishanelerde bugüne kadar yapılan, “alışılageldik” açlık grevi ve ölüm orucu direnişlerinden farklı kriterlerle değerlendirme yapılmasını da koşulluyor. Nitekim A. Öcalan’ın zaten görüştüğü kardeşiyle bir kez daha görüşmüş olması ve bir mesaj iletmesini bir kazanım olarak değerlendirmek mümkün değil.

Hapishaneler açısından, bilhassa yurtsever tutsakların “anadilde savunma yapma” gibi en demokratik talebi, faşizm tarafından, yine özüne uygun bir şekilde yanıtlanmış oldu.

Devlet en çok da tıkanma aşamasına gelen KCK davasının önünü açmak ve tutsaklar “ceza” vermek için kendi atayacağı tercümanlar aracılığıyla anadilde savunma talebini “kabul” etmiş oldu.

Bu nedenle tamamı (hapishane koşullarının düzeltilmesine yönelik gibi görünse de A. Öcalan üzerindeki ağır tecridin kaldırılması talebi de dahil) politik taleplerle-gündemlerle başlayan ve bu şekilde devam eden bu eylemi salt taleplerin karşılanıp karşılanmaması noktasında değerlendirmek eksik olacaktır.

Elbette, bu açlık grevcilerinin taleplerine karşılık belli söylemler dışında tek bir somut adım atılmamış olması gerçeğini değiştirmemekle birlikte, eylemin başarı kriterini (tabii ki göz ardı etmeden ama) burayla da sınırlamadan politik kazanımı açısından değerlendirmek gerekir.

Açlık grevinin tarafımızca da tamamen meşru ve haklı olarak görülen, Partizan tutsaklar tarafından destek açlık grevleri ve sona ermeden bir süre önce başlatılan süresiz-dönüşümlü açlık grevi ile desteklenen talepler, geçerliliğini korumaktadır.

Dolayısıyla Ulusal Hareketin, hapishaneler cephesinden, devlete yönelik bir hamlesi olarak okuduğumuz açlık grevlerinin talepleri için mücadele devam edecektir.

Nitekim devlet BDP’li vekillere yönelik fezleke hamlesi ile Kürt ulusuna yönelik imha, inkar savaşında yeni bir cephe daha açmış bulunuyor.Dolayısıyla Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı kayıtsız-koşulsuz gerçeklik haline gelmediği sürece bu hamleler ve karşı mücadeleler de devam edecektir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu