Yorum

Rojava’da tarihi hamle: Tel Abyad Zaferi!

Tel Abyad (Girê Spî), YPG-YPJ, aralarında TKP/ML TİKKO’nun da bulunduğu Türkiyeli devrimci güçler ve Burkan El Fırat güçleri tarafından gerçekleştirilen “Rubar Gamişlo” hamlesiyle IŞİD’in elinden alındı. Tel Abyad’ın geri alınışı Suriye’deki savaşın dengelerini değiştirecek bir nitelik taşımaktadır. IŞİD’in elindeki en stratejik yerlerden biri olan Tel Abyad IŞİD’in dış dünyayla bağlantı merkeziydi. YPG sözcüsü Redur Xelil’in deyimiyle IŞİD’in şah damarıydı ve bu şah damar Rubar Gamışlo hamlesiyle kesilmiş durumdadır.

Ortaya çıktığından beri Türkiye’nin askeri, lojistik her türlü desteğini alan IŞİD’in elinde Cerablus dışında Türkiye’ye direkt açılan kapı kalmadı. Cerablus’ta ise ÖSO ve El Nusra’nın varlığından dolayı IŞİD’in, Til Abyad gibi mutlak bir egemenliği yoktur. IŞİD’in Irak tarafından cihatçı ve silah akımını sağlaması ise çok daha zor görünmektedir. Ortaya çıkan bu durum “şah damarı” benzetmesinin yerindeliğini göstermektedir.

Tel Abyad’ın düşmesine TC egemenlerinin verdiği refleks de bu belirlemeyi desteklemektedir. Tel Abyad’ın düşeceği anlaşıldığında ilk refleksi “devletin başı” Erdoğan verdi! IŞID’in elinden bu bölgenin YPG/YPJ tarafından alınması olasılığına “Bu pek hayra alamet değil. Zira bu sınırımızı tehdit edebilecek bir yapı oluşmasına yol açılması demek” sözleriyle yorum yaptı. Erdoğan’ın bu sözleriyle birlikte, yandaş medya, savaş çığırtkanlığı yapmaya başladı. ABD’nin ve diğer uluslararası güçlerin, PKK ile birlikte Türkiye’ye karşı karanlık planların peşinde oldukları vurgulandı. Gel gör ki aynı günlerde Obama, ilk defa Türkiye’nin IŞİD’e sınır kapılarını açmasıyla ilgili uyarıcı tonda yorum yapıyordu. Ve Türkiye buna cevap bile veremedi.

Türkiye ile ABD’nin Ortadoğu politikasında ve özellikle Suriye politikasında bir uyum yakalayamadıkları uzun zamandır ortada. Birkaç ay önce ABD’li üst düzey yetkililer, Esad’lı bir Suriye’yi kabul ettiklerini vurgulamışlardı. Bununla birlikte Türkiye’nin uzun süredir dillendirdiği “tampon bölge” tamamen gündemden düşmüş durumdadır. İsrail’in güvenliğini tehlikeye düşürdüğü düşünülen IŞİD’e Türkiye’nin yardımları açık veya kapalı çeşitli eleştirilere uğramıştır. Cemaat tarafından MİT tırlarının durdurulması veya en son Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan belgeler de bunun bir parçasıdır.

Tel Abyad’ın geri alınmasında başını ABD’nin çektiği koalisyon güçlerinin aktif bir rol oynadığını YPG sözcüsü Redur Xelil Gündem gazetesinde çıkan söyleşisinde belirtmiştir. (20 Haziran) Bizim açımızdan uluslararası koalisyonun havadan bombardıman yoluyla YPG-YPJ’ye vermiş olduğu destek, Kobanê sürecinden itibaren net olarak çözümlenmiştir. Düşmanlar arasındaki çelişkiden faydalanmak ve ortak düşmana karşı bazen çıkarların kesişmesi olabilecek durumlardır. Önemli olan bu kesişmenin halkların lehine kullanılabilmesidir. Kobanê ve Tel Abyad’da yaşanan budur.

Bu gelişmeler, Nisan ayı sonlarında gündeme oturan Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin Suriye’ye karadan operasyon yapacakları yönlü iddiaların gerçek dışı olduğu düşüncesini oluşturabilir. Bununla birlikte söz konusu olanın Kürtlerin kazanımları olunca Türkiye devletinin bunları engellemek için her yolu deneyeceğinden emin olabiliriz. AKP’nin seçim sonuçlarıyla birlikte ciddi bir güç kaybına uğraması bunun önünde engel değildir. Gelişmelere AKP’nin (veya başka herhangi bir sistem partisinin) parlamentoda güç kazanması/güç kaybetmesi olarak bakmak bizi büyük yanılgılara götürür.

Temel mesele parlamentodan ziyade devletin politikasının ne olduğudur. Ulusal soruna, Rojava’ya Türkiye devletinin nasıl yaklaştığıdır. Bu doğrultuda parlamenter sistemde çeşitli partilerin güç kaybetmesi birincil çelişki değildir. Kürt sorunu; ANAP’ı, DYP’yi, DSP’yi sıfırlamıştır, AKP’yi sıfırlamaması için de bir neden yoktur. Türkiye politikası açısından gelmek istediğimiz nokta; Rojava’daki gelişmelere ve HDP’nin bu yükselişine birçok liberalin ve solcunun dileklerini gerçekleştirecek şekilde demokratikleşerek değil savaş yöntemlerini boyutlandırarak cevap verme olasılığının daha güçlü olduğudur.

Açıklamalarından yerellerde geliştirilen “öz savunma” pratiklerinden ve gerillanın kırsalda konumlanmaya devam etmesinden hareketle Kürt hareketinin her olasılığa hazırlandığını söyleyebiliriz. Kürt sorunu bağlamında TDH’nin ama daha önemlisi komünist devrimcilerin hazırlıklarının olması, görev ve sorumluluklarını tanımlaması ve bu konuda pratik adımlar atması da süreci etkileyecektir.

Enternasyonal Tabur’da Proletarya Partisi dahil devrimci güçlerin yer alması büyük önem taşımaktayken, esas sorumluluk Türkiye sınırları içerisinde mücadelenin büyütülmesidir. Buna dair sıkça vurgu yapıyoruz ve yapacağız da. Çünkü mesele her zaman için, söylenenin yaşamda karşılığını bulması, maddi bir güç haline dönüşmesidir. Bu da çeşitli alanlardaki kadro ve militanlarımıza düşmektedir. Gelişebilecek her duruma karşı hazırlık yapmalıyız.

 

Kürt Hareketine yönelmede egemenler ortaklaşıyor!

Kürt hareketinin bölgede artan etkinliğinin rahatsız ettiği tek ülke Türkiye değil elbette. İran Kürdistanı’nda da (Rojhilat) 2011 yılında imzalanan ateşkese rağmen PJAK’a karşı operasyonlar yürütmeye başlamıştır. Tahran; İslam devriminden sonra ilk kez 15-20 bin kişilik bir orduyu Rojhilat’a göndermiştir. Kürt kadını Ferinaz’ın gizli servis çalışanının tecavüzünden kurtulmak için intihar etmesiyle patlak veren Mahabad İsyanı’ndan sonra 300 kişi tutuklandı. PJAK’ın eşbaşkanı Renas verdiği bir demeçte; artan polisiye baskı ve askeri operasyonlara karşı gerekli hazırlıklara başladıklarını belirtmiştir. Bu kapsamda Doğu Kürdistan Savunma Güçleri’nin (YRK) nicel olarak artırıldığını iç bölgelerdeki güçlere takviye yapıldığını öğreniyoruz. (16 Haziran 2015, Gündem, Rahmi Yağmur)

Egemen güçlerin PKK’nin artan etkisi karşısında önlemlerini hemen aldıklarını, polisiye ve askeri operasyonlara hız verdiklerini görüyoruz. Hatırlatmak gerekir ki; Yemen’deki Husi İsyanı’yla birlikte Erdoğan’ın İran’a yönelik diplomasi dışı sözlerinden birkaç gün sonra İran’a gitmesi de Kürt sorunuyla bağlantılı olarak değerlendirilmiştir.

Bölgede PKK’ye karşı hareket eden güçlerden bir diğeri de KDP’dir. AKP’ye paralel çizgide bir politika izlemektedir. Seçimler sürecinde Kandil’de PKK gerillaları ve Peşmerge’nin karşı karşıya getirilmek istenmesi bu politikanın sonucudur. KCK yetkililerinin açıklamalarına göre, Ağrı Diyadin’de çatışma çıkarma planı tutmayınca, PKK’nin KDP’ye saldırdığının propagandası yapılmak istendi. İşin propaganda yanı dışında, böyle bir çatışmanın gerçekleşmesinin, PKK’nin güçlerinin büyük oranda bölmesine yol açacağı ortadadır.

Görüldüğü üzere, bölgedeki tüm egemen güçlerin, devletlerin saldırılarına maruz kalan PKK’nin, talanlara rağmen Kürt halkından aldığı güçle kazanımlarını artırdığı bir süreçten geçiyoruz. Tel Abyad’ın alınmasıyla birlikte; Kobanê ve Cizîre kantonları birleşmişidir. 2 yıldır yoğun bir abluka altında olan Kobanê için, Cizîre’ye bağlanmak, hem halkın ihtiyaçlarının karşılanması hem de askeri gücün tahkim edilmesi açısından çok önemliydi. Nitekim ilk günden Kobanê’ye zorunlu yaşamsal ihtiyaçlar gönderilmeye başlanmıştır.

Türkiye’nin “Araplara ve Türkmenlere katliam yapılıyor” söyleminin gerçek dışılığı üzerinde durmaya gerek bile yok. Çünkü bu yalanları yine Türkiye medyası çürütmüştür. YPG/YPJ güçlerinin, “demokratik ulus” ekseninde kurdukları Halk Meclisleri’nin pratikleri zaten iki yıldan fazladır kantonlarda görünmektedir. Açıklamalara göre, Tel Abyad’da da farklı ulusları kapsayan Halk Meclisleri’nin kurulmasına başlanacak.

Özcesi, Türkiye egemenlerinin Kürt hareketi başarıları karşısında hareket alanı gittikçe daralmaktadır. Hareket alanının daralmasıyla birlikte mevcut gerçekliği mecburen kabul edip, Kürt gerçekliğini mi tanıyacağını yoksa köşeye sıkışmanın etkisiyle saldırıya mı geçeceğini yakın zamanda göreceğiz.

 

“Hayra alamet olmayan” faaliyetlerimizi arttıralım

Komünist devrimciler açısından gelişmelere baktığımızda; önce Kobanê’de şimdi Cizîre’de güçlerimizin olması, Kürt halkıyla olan dayanışmamızı göstermesi kadar Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını sahiplenişimizi de göstermektedir. Rojava’dan Bakur’a her gün çok sayıda Kürt gencinin cenazesi gelmektedir. Komünist devrimciler, Rojava’ya giden diğer Türkiyeli devrimcilerle birlikte savaşın en kızgın en zor anlarında Kürt halkının yanında olmaktadır. Bu iddiası olmayanların; sınıf savaşını büyütme iddiaları boştur! Ezilenlerin ve gadre (haksızlık) uğrayanların yanında olmak ve birlikte mücadeleyi büyütmek; devrimciliğin kıstaslarından biridir.

Buradaki temel sorun; adımlarımızın salt “dayanışma” düzeyinde görülmemesi; mücadeleyi sahiplenici ve büyütücü tarzda ele alınmasıdır. Bunun yolu, ülkede legal-illegal örgütlenmelerimizi yaygınlaştırmak ve derinleştirmektir.

Örgütlenmelerimizi emekçi mahallerde yoğunlaştırmak, var olanla hiçbir zaman yetinmemek, salt belli yöntemlerle sınırlanmış faaliyeti hızlı bir şekilde yadsıyıp, amatör devrimcilikten sıyrılmak tüm alanlarımızı bekleyen görevlerdendir.

Gezi İsyanı da Kobanê serhildanı da, hazırlıklarımızdaki yetersizliğimizi göstermiştir. Bu tarihsel olaylardan çıkaracağımız derslerle savaşçı-cüretli adımlarımızı büyütelim. Egemenler için “hayra alamet olmayan” faaliyetleri geliştirelim.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu