Güncel

AKP 4. Olağan Büyük Kongresinde Çıkan Sonuç …/Sentez

Hedef: 2023 Ve 2071’de Kürt Ulusuna Kölelik!

Kürt ulusal sorunu üzerinden yeni gelişmeler istikrarlı bir biçimde sürüyor. Özellikle Kürt ulusal haklarının kazanılması mücadelesinin esasen silahlı zora dayanıyor olması soruna dair politik gelişmelerin de çeşitli ve hızlı yaşanmasını beraberinde getiriyor.

2012 yılını Kürt Ulusal Hareketiyle mücadelede adeta zafer yılı olarak belirleyen Türk egemen sınıfları, daldan dala atlayan bir maymun gibi söylemlerini ve politik argümanlarını biçimlendiriyor. Sorunun çözümü, muhattablık meselesi, tanınacak haklar vs. gibi stratejik önemdeki meselelerde bir türlü dikiş tutturamıyor.

2011 yılı bazı bilinen gerçeklerin açıktan ifşa olduğu bir yıl olmuştu. İmralı, Oslo ve Kandil eksenli diyalog ve müzakere süreci, açık bilinir bir hal almış, “teröristle görüşülmez, masaya oturulmaz” tutumu ve argümanı bir paçavraya dönüşmüştü. Artık bu süreçten sonra ortaya çıkan yoğunlaşmış savaş hali “masayı kimin devirdiği” ve yeni sürecin esas ayağının ne olacağı ve nasıl örgütleneceği üzerine yoğunlaştı. Ki hala bu tartışma ve yönelimin tam anlamıyla tüketildiği söylenemez. Yani sürecin gerektirdiği dengeler henüz sağlanabilmiş değildir.

Ki bu sebeptendir ki silahlar olabildiğince etkin bir şekilde devrede. Her ne kadar yoğunlaştırılmış bir savaş ortamı oluşmamışsa da ihtiyaç düzeyinde bir savaş hali söz konusu. Savaşın kopuşturucu düzeyde keskinleşmemesindeki temel etmenin tarafların genel eğiliminden bağımsız olmadığını bilmek lazım. Zira sorunun kilit noktası “müzakere” eğiliminin temel yönelim olması ve masa başında elini güçlü ve kazanımlarını azami tutmaya odaklı bir yaklaşım söz konusudur.

Sürecin çatışmalı ve nispeten yoğun bir savaş organizasyonuyla vuku buluyor olması, genel siyasi eğilimi karartmamalıdır. Genel eğilimin uzlaşma ve diyalog eksenine oturduğu ancak bunun yoğun bir çatışmayı içerdiği bilinmelidir.

Türk egemenleri 2012’yi bir nevi zafer yılı ilan ederken 2011 yazını ve aynı yılın ve 2012’nin kışını gerilla güçleri başta olmak üzere Kürt Ulusal Hareketinin örgütsel güçlerini zayıflatıp tahrip edeceği ve böylelikle yeni bir diyalog ve görüşme zemini hazırlayacağı bir süreç olarak gördü. Özellikle Kürt Ulusal Hareketini kati bir şekilde zayıflatacağı, önderlik kapasitesini geriye çekeceği, ideolojik-politik ve örgütsel bağlarını sekteye uğratarak rotasız ve şaşkın bir duruma sokacağına “garip” ama hiç de şaşırtıcı olmayan (zira gelenekler ve geçmişin yükü onun üzerinde dolaşan bir bulut değil benliğinin bir parçasıdır) bir tutkuyla inandı.

Bu uğurda elinde bulunan bütün araçları güçlü bir şekilde kullandı. Gerillaya dönük yoğun kış operasyonlarından şehirlerde yoğun tutuklamalara, İmralı’nın yalınkat tecritinden BDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının Demokles’in kılıcı gibi sallandırılmasına ve akıllara ziyan psikolojik savaş yöntemleriyle örgütün bölündüğü, klikleştiği, dağılmaya yüz tuttuğu yalanlarına kadar uzanan her yöntemi denedi.

Bu uğurda Suriye’ye müdahale zemini için Suriye’deki Kürtlerin örgütlülüklerine ve kazanımlarına yönelik hedeflerde belirlemekten geri durmadı. Akıllarınca bir taşla birkaç kuş vurmayı planladılar.

Bir yandan Kürt meselesinde kendi ellerini zayıflatacak Suriye Kürtlerinin kazanımlarını aşındırmak, diğer yandan da Ortadoğu’daki planlarının odağına oturan Suriye’deki toplumsal ve politik kargaşaya biçim vererek rotasını belirleme hesabı yaptılar.

Ancak bunlardan da ellerinde kalan tek şeyin başarısızlık olduğu açıktır. Çünkü hali hazırda ne mevcut rejimi zayıflatma ne de Kürtlerin haklarını tırpanlamada kayda değer bir gelişme söz konusudur.

Hükümetten

“yeni” açılımlar…

Kürt Ulusal Hareketinin direnişi ve askeri-politik hamleleri karşısında Türk egemenlerinin bir zaaf ve çıkmaz içinde olduğu tespiti yapmak oldukça gerçekçi olacaktır. Bu tespitin kanıtı ise son gelişmelerdir.

Özellikle Tayyip Erdoğan’ın AKP’nin 30 Eylül 2012’de 4. Olağan Büyük Kongresi öncesi kamuoyu çalışmaları ekseninde çeşitli TV programlarına yaptığı açıklamalar ve kongrede yaptığı konuşma bu eksende değerlendirmeyi hak eden gelişmelerdir.

Televizyon televizyon dolaşarak Kürt meselesinde “yeni” düşüncelerin neler olduğunu açıkladı. Özellikle düne kadar saçma bir şekilde Oslo, Kandil ve İmralı ekseninde yapılan görüşmeleri “biz değil devletin organları istihbarat amaçlı yaptı” diyerek adeta savuşturan tarz birden “evet ben görüşmeye temsilcimi ve bana bağlı bir kurum olan MİT’i görevlendirerek yolladım”  biçiminde bir “cüretli” çıkışa dönüştü.

Hemen akabinde benzer görüşmelerin ihtiyaç halinde yeniden gündeme gelebileceğini çok açık bir beyanla ifade etti. Bu beyan öncesi hükümetin Adalet Bakanı ve sözcüsünün de benzer içerikte açıklamalar yaparak bir zemin oluşturduğunu hatırlatmakta fayda var.

Ancak Türk egemen sınıflarının temsilcilerinin geleneksel olan kendine has gariplikleri ve politik ele alışları bu süreçte de ortaya çıktı. Kandil’le, İmralı ile yani onların kavramlarıyla ifade edersek “teröristle ve terörist başı ile” görüşmeler yapabileceğini söyleyen Başbakan; BDP’yi kastederek “terör örgütünün siyasi uzantısı” ile görüşme niyetinin olmadığını söyledi.

Yani yaklaşık bir yıl önce ortaya koydukları “terörle mücadele, siyasi uzantıyla müzakere” noktasında olmadıklarını belirtti. Gerekçe ise evlere şenlik… HPG’nin bir yol kontrolünde BDP’li vekillerle tesadüf edip kucaklaşmasına gönderme yaparak “teröristle kucaklaşanla ne görüşeceğim. Şehit ailelerine ben bunu nasıl anlatırım” mealinde bir gerekçe sundu. En basit akıl yürütme ile dahi tutarsızlığı hemen belli olan bir gerekçeye sığınmak acizliğin ötesinde devletin Kürtlere, mücadelelerine ve siyasal özgürlüklerine yönelik yaklaşımının göstergesi olarak yorumlanmalıdır.

Zira bu tutum esasen Kürt hareketini kendi içinde bölmek, belli kesimlerini işlevsiz bırakmayı, hiçleştirmeyi, silikleştirmeyi ve hareket alanını daraltmayı amaçlıyor.

Terörle mücadele, siyasi uzantıyla müzakere” yaklaşımı pratikte nasıl Kürtlere ve mücadelelerine ölüm, kan, gözyaşı, zulüm, zindan olarak döndü ise onun bugün neredeyse tersten ifade edilen biçimi de aynı amacı gözeten ancak ideolojik ve politik manüplasyonu daha kuvvetli bir içeriğe sahiptir.

“Böl-parçala-yönet” taktiği

“Kandil’le, İmralı ile yeniden görüşebilirim ancak siyasi uzantıyla kavga ederim” yaklaşımının üstünü kazıdığımızda halkımızın deyimiyle “ha ali veli ha veli ali” yaklaşımıdır. Bu yeni olan yaklaşımın esas nedeni askeri ve politik olarak sıkışmaktan ileri gelmektedir.

Ancak bu yaklaşım her ne kadar Kürtleri çember içine almak ve sıkıştırmak amaçlı olsa da yeni bir arayış ve durumu da içermektedir.

Devlet istediği biçimde bir çözümü gerçekleştirmek için var olan diyalog sürecine yeni bir boyut katmayı amaçlamaktadır. Zira gerek bölgesel gelişmeler ve misyonu gerekse de sorunun aldığı toplumsal boyut, egemen sınıfları buna zorlamaktadır.

İstediği biçimde bir uzlaşma geliştirmek için bu kanalı etkin bir şekilde işlevlendirmeye çalışmaktadır. Bunu sağlarken Kürt ulusal güçlerini kategorik ayrımlara tabi tutarak bölüp zayıflatmak ve bu eksende mücadelesini sürdürmektedir.

Yine özellikle Kürt toplumsal tabanında kafa karışıklığını artıracak, onun beklentilerini yukarı çekerek direngenliğini ve etkinliğini zayıflatarak pasifize edecek amaçlarda gütmektedir.

Ve elbette yine Kürtler nezdinde aşınan itibarını ve kaybolan zeminini bu şekilde tamir etmeyi planlamaktadır. Özellikle Kürt ulusu içinde uzlaşma ve barış ekseninde oluşmuş güçlü eğilimi bu yaklaşımla kendine siyasi bir desteğe dönüştürme gayretindedir. Zira bu destekten mahrum kaldığı sürece şovenizmi ne kadar kullanırsa kullansın ne masa başında ne de savaş meydanında sorunu istediği biçimde çözebilecektir. Ya da tasfiye sürecini istediği biçimde örgütleyemeyecektir.

Bu anlamda belli bir Kürt toplumsal desteğine ihtiyacı vardır. Ve elbette Kürt Ulusal Hareketinin var olan destek gücünü zayıflatmaya ya da pasifize etmeye. Son AKP kongresine Barzani’nin çağrılarak konuşturulması da bu siyasi amaçtan bağımsız ele alınamaz.

Özcesi düne göre tersten ifade edilen yeni süreç amacı ortak ancak araç ve argümanları cilalanmış ve oldukça önemli yeni gelişmeleri getirecek bir süreç olarak görülmelidir. Zira Kürtler açısından yeni ve güçlü bir ilerlemeyi sağlayabileceği gibi tersine devlete istediği zamanı kazandıracak hatta belli kazanımlar elde edeceği bir süreç de olabilir.

“Verilene razı ol!”

Kürt meselesinde yeni bir açılımın startının verileceği beklentisi oluşturulan AKP kongresi ise bu açıdan tam anlamıyla fiyasko olmuştur. Televizyon programlarındaki söyleminin gerçek içeriğinin ne olduğu ortaya çıkmıştır. Kürtler yine bildik nasihatleri dinlemek zorunda kalmıştır.

Terörle aranıza mesafe koyun, ona tavır alın”, “bizim Kürtlere tanıdığımız hakları kimse tanımadı, kıymetini bilin”, “verilen haklar yeterlidir, rıza gösterin” vs. vs. yani kısacası yine Kürde verildiği kadarına razı olması, aksi takdirde devletin sopasının daha güçlü başına ineceği bol bol anlatıldı.

AKP kongresinde uzun zamandır dillendirilen politik bir argüman ve devletin yeni sürece uyumunu içeren 2023 hedefine, şimdi de “Anadolu”ya Türklerin girdiği tarih olarak sembolleşen 1071’in 1000. yılı olan 2071 tarihi girdi.

Bu uzak hedefli tarihsel gün göndermesi devletin bugünkü durumunu koruyup koruyamayacağına dair bir özgüven sorununu içerirken, esasen gerici ve şoven anlayışın toplumsal açıdan yeniden üretilmesini amaçladığı görülmelidir.

Ki kongrenin 2023 ve 2071 gibi sembolik tarihsel günleri 100. yıl ve 1000. yıl ekseninde politik şiara çevirmesi bile Kürt ulusuna en iyisinden bağımlılık ilişkisinin reva görülmesidir.

Zira bu tarihsel günler Kürtlerin kendi yurtlarında yaşam alanlarının, kültürünün, egemenlik hakkının yani özcesi kimliğinin inkârı ve yok sayılması ya da daraltılıp sınırlanması anlamına gelir.

Türk egemenliğinin tesis edilmesi olarak sembolleşen bu tarihsel günlere politik atıf, yeniden yönetilebilir bir düzeyde egemenliğin yeniden üretilmesi Kürt ulusunun başka biçimlerde bağımlılığının devamının sürmesinden başka ne anlama gelebilir. Evet Kürt meselesinde beklenen yeni açılım 2071’e yapılan atıf olmuştur!!!

Bu kodlanmış tarihsel günler Türk şovenizminin yeniden üretilmesi iddiasıdır. Kuşkusuz bir partinin değil devletin egemen sınıflarının merkezi bir politikasıdır. Açıktan Kürtlere verilen mesaj budur.

“Savaş sürüyor!”

Bu gelişmelere karşı Kürt Ulusal Hareketinin ilk ele alışı ve tavrı mücadelenin sertleşeceğine dair emarelerle doludur. Murat Karayılan’ın ANF’ye 4 Ekim 2012’de verdiği beyanatta özellikle Başbakanın yeni bir oyalama taktiği içine girdiği tespiti dikkat çekicidir. Yine BDP’nin muhatap olarak kabul edilmemesi karşısında farklı misyonlarla hareket eden üçayaklı bir muhataplık düzeyinin olduğu, bunun bir ayağının Kandil ve İmralı iken diğer ayağının da BDP olduğu vurgusu Kürt hareketinin süreci ele alışına dair ipuçlarını vermektedir.

Ayrıca muhataplık meselesinde çıtayı bir kademe daha yükselttikleri gözlenmektedir. Kandil ve İmralı ile yapılacak görüşmelerin biçimine dair eski tarzı mahkûm ederek yeni ve ileri bir biçimi öne çıkarmaktadır. İmralı’nın statüsünün aynı kalarak bir diyalog ve uzlaşma arayışının mümkün olmadığı ifade edilmektedir.

Karayılan’ın ifadesiyle; “savaş ideolojik, siyasi, kültürel, diplomatik, ekonomik ve silahlı olarak sürdürülüyor”. Bu gerçekçi ve doğru bir belirlemedir. Elbette bu ilk elden yeni durumu karşılayış yaklaşımın nasıl bir politik içeriğe bürüneceği ya da kararlaşma haline gelip gelmeyeceği süreç içinde görülecektir.

Ancak bırakılan yerde olunmadığı, oluşan yeni dengenin yeni kazanımları içerebileceği ifade edilebilir. Bu da mücadelenin masa başında sürmenin ötesinde ilerleyeceği yoğun, sıkı ve karmaşık bir sürecin başlangıcına dair işaretlerin olduğu görülmektedir. Başarılı bir savaş pratiğinin siyasal dengeleri yeniden ve daha farklı bir temele oturtacağına dair sınıf mücadelesinin genel yasası bu bağlamda da kendini göstermiştir, göstermektedir.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu