GüncelMakaleler

GÜNCEL | Dün Deprem Bugün Devlet; Dayanışmayı Yükselt!

"Göçe sürüklenen bölge halkının yaşam alanlarına dönmesinin koşulu tamamen ortadan kaldırmak, enkaz altında katledemedikleri insanları inancıyla, kültürüyle, doğasıyla yaşamasının imkanını tamamen yok etmek istiyorlar."

6 Şubat depreminin ardından altı ay geçti. Depremin yaratığı yıkım ve devletin deprem sonrası geliştirdiği politikalar sonucunda resmi rakamlarla 55 binin üzerinde insanın yaşamı yitirdiği iddia edilirken, yüzbinlerce insanın yaşamını yitirdiğine dair gerçekler biliniyor.

Sürecin başından bu yana etkin kurtarma çalışması yürütmeyen devlet, on binlerce insanın yaşamını yitirmesini izlerken, deprem vergileriyle toplanan resmi dayanışma bütçesini etkin kullanmayarak yüz binlerce insanı göçe sürükleyen bir politika izledi. 11 ilde yıkımın en yoğun olduğu bölgelerde özellikle bu yönlü politikalar izlenirken ezilen inanca ve milliyete mensup kesimler bu anlamda özel bir politikayla karşı karşıya kaldı.

TC devleti, Rojava’ya ve Kuzeydoğu Suriye’ye yönelik işgal saldırıları ve cihatçı çetelerle kurduğu işbirliği politikalarıyla deprem öncesinde yürüttüğü insansızlaştırma politikalarını depremle birlikte doruğa çıkardı.

Bu anlamda Alevilerin, Arap Alevilerinin, Kürtlerin yaşadığı bölgeler AKP-MHP iktidarı tarafından moloz yığınlarıyla talan edilip sermayeye peşkeş çekilirken kendi işbirlikçilerinin olduğu bölgeler ranta açılıp AKP’li belediyelere verilen ihaleler yoluyla vurgun merkezlerine dönüştürüldü. Son günlerde Antakya’nın Dikmece köyünde yaşananlar ve halkın başlattığı direniş bu anlamda önemli bir örnek.

Tarım arazileri talan ediliyor!
Arap Alevilerin yoğun yaşadığı bir bölge olarak Hatay’ın Harbiye, Samandağ ve Antakya ilçeleri devlet televizyonlarına yansımasa da depremin en yoğun vurduğu bölgeler arasında.

Depremin başından bu yana devletin müdahale etmediği arama-kurtarma çalışmalarından tutalım da temel gıda, hijyen, barınma temelli devletin yer yer kamuoyunun baskısıyla adım attığı ancak büyük oranda izlediği bu bölgeler bugün ise doğanın talan edileceği yerler olarak kodlandı.

Depremle birlikte açığa çıkan enkaz kaldırılıp, insanların yaşam alanlarının inşası adına bölük pörçük çalışmaların sürdürüldüğü bölgede insanların onlarca yıldır emekleriyle yetiştirdiği zeytin bahçeleri, tarım arazileri moloz yığınlarının döküleceği alan olarak şeçilip katledilmek isteniyor.

İnançları ve milliyetlerinden dolayı yüz yıldır TC devletinin tehditleri altında yaşamlarını sürdürmek zorunda bırakılan  bölge halkı, uzun yıllar yaşamlarını tarımla idame ettirirken, halkın önemli bir kesimi de zaman içerisinde devletin istihdam adına herhangi bir adım atmamasının sonucu olarak dil avantajıyla birlikte göçmen işçi olarak Arap ülkelerinde çalışmak zorunda kalıyor.

Önemli bir kesimin buralarda elde ettikleri sınırlı birikimleriyle, irili ufaklı oluşturdukları iş imkanları depremle birlikte yitirildi. Şimdi de bölgede yaşayan insanlar açısından verimli araziler devletin politikaları sonucunda kullanılamaz  hale getirilmeye çalışılıyor.

Tüm bu politikalara karşı özellikle kadınların yoğun emekleriyle birlikte zeytin, zeytinyağı, narenciye, mevsimlik gıdaların üretildiği tarım alanlarında sınırlı da olsa üretim gerçekleştiriliyor.

Göçe sürüklenen bölge halkının yaşam alanlarına dönmesinin koşulu tamamen ortadan kaldırmak, enkaz altında katledemedikleri insanları inancıyla, kültürüyle, doğasıyla yaşamasının imkanını tamamen yok etmek istiyorlar. Afrin’i “Zeytin dalı” operasyonu verdikleri bir işgal saldırısıyla işgal edip, yüzlerce yıllık zeytin ağaçlarının kökten söküp çalan, çalamadıklarını kesip yakacak olarak kullanan bir devlet politikasının depremzede halka uygulandığı benzer bir gerçeklikle karşı karşıyayız.

Bu durum karşısında çeşitli inanç, milliyet, cinsiyet ve kimliklerden emekçilerin deprem sonrası verdikleri refleksin ne denli anlamlı ve yaşamsal olduğu bir kez daha görülüyor.

Devletin enkaz altındaki insanları kurtarmayacağını bilen, “elimden ne gelir?” diyerek bölgeye koşan onbinlerce insanın gösterdiği dayanışma ve mücadelenin ne denli kritik olduğunu yaşayarak gördük.

 Dayanışmayı yükseltelim!

Devletin evlerini ve işlerini kaybeden milyonlarca insana sadece borçlanmayı (kredi) vadettiği, borçlara dair verdikleri rakamların ise enflasyonla gün be gün eridiği bir koşulda halkın yaşam alanlarını yeniden inşa etmesinin adeta imkansız hale getiriliyor.

İnsanların istihdam taleplerine ses olmak, sınırlı da olsa ekonomik destek sağlayacak tarım arazilerinin korunmasını sağlamak adına bu saldırılara karşı ses çıkarmak dayanışmanın bugünkü sorumluluğudur. Bu açıdan deprem bölgelerinin devlet ve fırsatçı müteahhitler, tüccarlar tarafından vurgun merkezlerine dönüştürülmesine, rantta karşı çıkmak gerekiyor.

Bu dönemde halkın üretime katılmasının önünü açacak, bu saldırılar karşısında yükselen her sesin, her adımın sahiplenilmesi oldukça önemli. Devlet, sürdürdüğü politikalarla halkın çeşitli kesimlerini karşı karşıya getirip burjuvazinin ve yerli işbirlikçilerinin saltanatını sürdürmenin ve depremi de fırsata çevirmenin planlarını yapıyor.

İşçilerin, köylülerin, kadınların, gençlerin, LGBTİ+ların ezilen inanç ve milliyetlere mensup kitlelerin, devletin talan ve soygun politikalarına karşı depremin ilk anında gösterdiği dayanışma sorumluluğunu sürdürmesi gerekiyor. Öte yandan halkın üretim güçlendirecek önünü açacak, halkın çıkarlarına hizmet eden politikalara dört elle sarılmalıyız. Bu anlamda önümüzdeki dönem birlikte depremin yaralarını sarmak ve depremzedelerin yeniden ayağa kalkmasının ön adımlarını atmak için sınırlı da olsa imkan ve olanaklar bulunuyor.

Bu adımları sınıfın, halkın çıkarlarını gözeterek devrimci temelde ele almanın önemli örnekler açığa çıkaracağı açık. Devletin, egemenlerin çıkarlarına odaklanarak halka vadettiği yıkıntıları reddeden, kendi geleceğini kendisi kurmak isteyen bölge halkıyla dayanışmayı yükseltelim!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu