Kültür&Sanat

“Zahit” bizi t’an eyleme

Önemli öykücülerimizden Hasan Özkılıç’ın “Zahit” adlı ilk romanı geçtiğimiz Kasım ayında okuru ile buluştu. Daha önce öykü kitaplarından ve aldığı ödüllerden tanıdığımız Özkılıç’ın bu ilk romanı, konusu, kurgusu, dili ve karakterleri ile değerlendirilmeye değer.

284 sayfadan oluşan roman toplam 45 bölümden oluşmakta. Bu hacimde bu kadar alt başlık ve\ya bölüm romanda pek rastlanılmayan bir tarzı işaret ediyor. Asıl olarak her biri neredeyse ayrı birer öykü kıvamında okunabilecek gibi yazılmış olan bu bölümler belli ki yazarın öyküyle olan ilişkisinin sonucu olarak ortaya çıkmış.

Yazar elinde tuttuğu kamerayla sık sık flashback yaparak, birden çok konuyu romanında kurgulamaya, buluşturmaya ve giderek bir nihayete erdirmeye çalışmış. Yer yer başarılı, yer yer dağıtan ve toparlaması güç olan bir deneyim olmuş denebilir.

Kürt bölgesinde bir köy evinde şiddetli bir çatışmanın yansıdığı korku dolu bir “ev hali” ile başlayan roman, “düşük yoğunluklu savaş” yıllarından, Ölüm Orucu direnişlerinin metropol kentleri etkisi altına aldığı döneme uzanıyor.

Köylerinin boşaltılması sonucu büyük kente göç etmek zorunda kalmış dört kardeşli bir ailenin hikayesi ile o yılların gerçekliği irdelenmeye çalışılmış romanda. Yazar, açıkça belirtmese de ailenin göç ettiği kentin İzmir olduğunu Boyoz’dan, Kemerli Han’dan, Basmane’nin pavyonlarına benzer pavyonlardan, Kunduracılar Sitesi’nden, Şenlikli Mahallesi’nden, Üzüm İşletmeleri’nden anlıyoruz.

İzmir’de yaşayan, İzmir’i bilen okur için bunu anlamak zor olmasa gerek. Ama yazar kendisinin de yaşadığı, bildiği İzmir’i mekânsal olarak romanına tamamen sokmamaya çalışmış. Elbette bilinçli bir tercih bu. Ama romanın mekânsal algısını güdük bırakmış bu tercih.

Zorunlu göçlerin yaşattığı savrulma ve dağılmanın acı izlerini okura göstermeye çalışan yazar başta da belirttiğimiz gibi öykü yazar gibi yürümüş romanında. Kahramanımız Zahit bir zaman dağa çıkmış, belli ki Kürt Devrimci Ulusal Hareketi’ne katılmış, yıllarca dağlarda savaşmış, ama her nasıl olduysa bu hareketten ayrılmış ve farklı sol devrimci bir hareketin dağ kadrosuna katılmış, Ölüm Oruçları ile dayanışma anlamına gelebilecek bir eylem için bir yıldır (romanın başka bir yerinde iki yıl olduğu yazılmış) içinde bulunduğu yeni örgütü tarafından ailesinin de yaşamakta olduğu kente gönderilmiş militan bir kadro.

Ancak bir roman kahramanı için bunca yakıcı, kader tayin eden ve giderek romanın da kaderini tayin edecek bu dönemler yeterince romanda yok. Çıkarsamalarda bulunmak zorunda bırakılan okur bunca detayı kurgulamak ya da üzerinden atlamak zorunda. Bu atlamalar, sıçramalar öyküde olabilir ama romanda olunca geride büyük boşluklar bırakıyor.

Zahit’te de olan bu. Zahit belli ki kafası karışık, daha baştan yeni katıldığı örgütü ile uyumsuzluk yaşayan bir tip. Neden? Neden bu değişiklik ihtiyacı ve neden bu mutsuzluk? Belli ki devrimci hareketin saflarında zaman zaman şahıslarda görülen gizli iç pişmanlıktan muzdarip. Ama ilginç bir şekilde yoldaşları ya da örgütü bu durumun farkında değil ve onu önemli bir eylemci olarak görevlendiriyor, üstelik bununla da kalmıyor bir “eleştiri” bile değil hatta, güvenlikle ilgili bir “öneri” yaptığı için paldır küldür neredeyse horlanıyor.

Türkiye Devrimci Hareketi’nin çeşitli bölüklerinde böyle bir çiğ hareket tanıyan varsa beri gelsin! Çünkü bu tartışmalar daha o günden kahramanımız Zahit’e yoldaşları tarafından öldürülme korkusu yaşatacak ve nihayet romanın sonunda örgütü tarafından kurşunlanıp öldürülecek. Romanın 8. kısmında “Şimdiki zamanda bir Akşam: Zahit bizi t’an eyleme…” başlığında geçen tartışmalar bize yazarın bu yönü ile gerçeklikten uzaklaştığını gösteriyor.

Bu tip militanların aslında kod isim kullandıklarını, birbirlerini gerçek isimleri ile tanıma şansları olmadığı detayını atlayarak (ki Zahit’i yoldaşları Zahit olarak bildikleri halde o Macit’in gerçek ismini hiçbir zaman öğrenememiş -bknz syf 170); yazar okura oldukça didaktik bir şekilde o bölümdeki bir devrimcinin, Macit’in ağzından kör göze parmak misali anlatıyor Zahit Bizi T’an Eyleme Şiirini ve Zahit’in anlamını.

Buradan yola çıkarak Zeynel çıkarsama yapmaya kalkıyor ve aslında devrimcilerin sofu, sorgulamayan, örgütün her dediğini yapan Zahitler olması gerektiğin savunuyor. Devrimcilere bağnazlık öneriyor. Eylem hazırlıklarına yönelik “öneri” ve giderek eyleme, eleştiriye yaklaşımları ve Zahit’in öldürülmesi ile de bunun kişisel değil örgütsel bir tavır, “devrimcilerin içinde bulunduğu durum” olarak vaaz ediliyor olması gerçeklikten uzaklaşıldığının bütünlüklü halini veriyor bize.

Oysa Sayın Özkılıç 68’lilerin, 78’lilerin meydanlarda sofuluğa, bağnazlığa, gericiliğe karşı kitlesel koro halinde yürüyerek Zahit Bizi T’an Eyleme şiirini\türküsünü söylediklerini ve hiç de “Zahitleşme” gibi bir anlayışlarının olmadığını en iyi bilenlerdendir. Devrimcilerin kişisel, örgütsel vs. düzeyde hiç bir dönemde “Zahitleşmek” anlayışları olmamıştır.

Gerilikleri, devrimcileşemeyen yanları elbette sorgulamaya, eleştirmeye değer, ama romanın kahramanının bu anlayış yüzünden öldürüldüğünü düşünürsek vahim bir dezenformasyona düşüldüğü görülecektir. Bu Oya Baydarların bilinçlice yaptıkları bir iştir. Ancak Sayın Özkılıç’ın bu yanı ile devrimciler üzerinde edebiyatta estirilen bu demagojik çarpıtma rüzgarlarını aşmasını beklerdik.

Ziyadesi ile “Gök ekin iken biçilenlere…” ithaf ettiği romanında o gerçeklikleri daha gerçekçi işlemesini beklerdik.

Romanın Zahit’in öldürülmesine temel dayanak yaptığı bu “meşhur” eylem ise oldukça muamma duruyor ve gerçeklikten uzaklaşmanın sınırlarını zorluyor. 25. Bölümde (Şimdiki zamanda bir gece: Zahit eylem arifesinde) bu eylem için “keşif” yaparken buluyoruz kahramanımız Zahit ve arkadaşlarını.

Burada eylem yapılacak yerin polislerin olduğu, yabancı plakalı araçların girip çıktığı bir bina olduğunu anlıyoruz. (Söz konusu bölümde de ısrarla “Zahitleşme” anlayışına vurgu yapılıyor) Oysa 35. bölümde (Şimdiki zamanda bir akşamüzeri: Zahit siyasi yapıdan kopuyor) Zahit’in iç sesi “… Büyük eylem dedikleri, şehrin en kalabalık yerinde patlayacak bir araç dolusu bomba. Büyük patlama!” diyor bu eylem için ve devamla, “…Karşı çıkmıştı, bir tek o, Zahit karşı çıkmıştı.

Bu eylemin doğru bir eylem olmadığını sokakta işine gücüne giden onlarca masum insanın yaşamını yitireceğini, sakat kalacağını, geride onlarca anne babanın, eşlerin, çocukların acı çekeceğini, yüreklerin yanacağını söylemiş, bu biçim bir eyleme karşı çıkmıştı.” deniliyor.

Şimdi bu “büyük eylem” hangisi, 25. Bölümde “keşif” yapılan bina mı, yoksa, şehrin en işlek caddesi mi? Yazar bu muammanın önüne ne yazık ki geçememiş.

Üstelik romana tanıtımlarında “Ölüm Oruçlarını da anlatan” roman denildiği için şunu da belirtmekte fayda var; o yıllarda Ölüm Orucu yapan örgütler olmak üzere devrimci hareketin hiç bir bölüğünde\yapısında ne Ölüm Oruçları döneminde ne de tarihlerinin herhangi bir yerinde “şehrin en kalabalık yerinde bomba yüklü araç patlatma” şeklinde sivillere dönük “eylem” anlayışı yoktur.

İyi niyetinden kuşku duymadığımız sayın Özkılıç objektif olarak roman vesilesi ile böyle bir algının, devrimcilerin sivilleri katlettiği algısının oluşmasına “katkı” sunuyor. Dezenformasyona böylelikle “ortak” oluyor.

Şimdiye kadar yüzlerce genç devrimcinin hayatını kaybettiği, onlarcasının Wernice Korsakoff hastalığına mahkum edildiği, yılları bulan bir direnişten, toplumsal olaydan, devrimci çıkıştan, alt-üst oluştan bahsedeceksek gerçekliği detaylıca araştırıp, ayrıştırıp, incelikle, hassasiyetle süzmek zorundayız, yüzeysel yaklaşımlar hata. Aksi edebiyatımızın çeşitli burjuva propagandalara alet olmasını getirebilir.

Romanı Zahit’in bu “eylem” biçimini reddetmesi yüzünden öldürülmesi ile bağlayan sayın Özkılıç’ın dediği özetle “devrimci hareketlerde eleştiren, sorgulayan öldürülür” burjuva düsturudur. Bundan kaçınmak, daha önce çeşitli romanlarda, başka yazarların düştüğü eğriye düşmemek gerekiyordu.

Meselenin diğer bir yanı da, Nahit Ölüm Orucunda ölüme giderken dahi biricik annesinin haberdar edilmemesi her açıdan tezat bir durum. O süreçlerde dışarıda neredeyse bir “anneler hareketi”nin geliştiği, anaların sokakları çeşitli eylemlerle mesken tuttukları hatırlanırsa, hem bu boyutu ile hem de annelik boyutu ile teğet geçilmesi deyiş yerindeyse eksik ayaklardan birini oluşturmuş. “Şenlik Mahallesi”nin lirizmi içerisinde annenin oğlunu son defa görmesi bile ötelenmiş. İki devrimcinin annesi bu kadar apolitik çizilir mi?

Sayın Özkılıç romanın önemli bir bölümünde göç olgusunun yarattığı travmatik halleri dört kardeşten biri olan Süsen ve onun etrafında gelişen olaylarla anlatıyor. Bu bölümler kahramanımız Zahit’in, devrimcilerin, Ölüm Oruçlarının doğrudan yer aldığı bölümlere göre çok daha gerçekçi ve akıcı.

O kadar ki diğer olguları gölgeliyor bu bölümler. Zeki Demirkubuz filmleri gibi göz önünde canlanan bu bölümlerde Basmane Barları’nda biten bir “evliliğin”, yozlaşmanın, alkolün ve kaderciliğin “insani” hallerini okuyoruz. Aslında Ölüm Oruçlarına bulaşmadan göç olgusunu bu yönleri ile ele alsaymış çok daha başarılı ve bütünlüklü bir roman olacakmış gibi duruyor buradan bakınca Zahit.

“Sürtük Bar”da ki hikayeler zaten yeterince toplumsal panorama sunuyor. Hatta en enteresanı onca hır gür içerisinde “Sürtük Bar”a dadanmış Şair ve onun şair arkadaşları. Toplumsal hareketlenmelerin o kadar uzağındalar ki bütün roman boyunca tek bir laf etmiyorlar bu hususta.

Ölüm Oruçları tırmanırken bile böyle bu. Yiyor, içiyor, aşk peşinde koşturuyorlar. Yalnızca biraz meraklılar. Barda tanıştıkları kadınların hayatlarını merak ediyorlar. En çok da baş karakter Şair. Tipik bir küçük burjuva merakı ile sokuluyorlar bu pavyonlarda çalışmak zorunda bırakılmış kadınlara.

Tüm yönleri ile özelde İzmir’in genelde memleketin şair kısmının geniş kısmını yansıtıyorlar. Baş karakter Şair farklı hayatlara girerken, tipik hüzünlü, acılı, kederli “şairane” yüzünü gösteriyor okura. Zindanlarda Kavafis okunuyorken en zor anlarda, bizim “Sürtük Bar” Şairi’nin haberi yok bundan. Bu durum romanın belki de fark etmeden yönelttiği bir eleştiri olarak çıkıyor karşımıza.

Son bir husus olarak belirtmekte fayda var; romanın ilk bir kaç bölümünden, köyün boşaltılması ve göçten sonraki bölümlerden sonra Kürtlük bitiyor. Bu köyleri boşaltılmış, zorla göç ettirilmiş insanlar, bu aile, ki büyük ağabeyleri dağa çıkmış vs. Kürtlüklerinden, ulusal çelişkilerinden bi haber yaşıyorlar.

Göçlerin Türkiye metropollerinde kendine has bir Kürt sorunu yarattığı ve beraberinde politikleşmiş bir kitle hareketi yarattığı da göz önüne alınırsa Şenlik Mahallesi’nin hoş lirik kardeşliği dışında işlenmesi gereken ve fakat dokunulmayan bir konu çıkıyor ortaya.

Tüm bu olumsuzluk ve eksikliklerine rağmen Zahit önemli bir emeğin ve deneyimin ürünü olarak okunmayı daha fazla tartışılmayı, daha fazla yapıbozuma uğratılmayı hak eden bir roman. Dileriz sayın Hasan Özkılıç kaleminin ve coğrafyamız üzerindeki olay ve olguların biriktirdikleri ile çok daha objektif ve gerçekçi romanlar yazar.

Bir ÖG Okuru

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu